Yeni Bir Sosyal Düzen

Sürekli Söyleşi | | Ekim 5, 2022 at 2:30 pm

I.K― En az 10 senedir sürekli bunu düşünüyorum. “Devletçilik” adı altında insanlık üzerine çok uzun zamandır dayatılmış olan köleleştirmenin, kitlesel cinayetlerin, hırsızlığın, zorbalığın yok edilmesi hiç mümkün değil midir?  20. yüzyıl tarihini devletlerin doğrudan ve dolaylı inisiyatifinde gerçekleşen sayısız zulüm, vahşet ve yıkımla dolu çılgın bir dönem olarak niteleyebiliriz. Birbiri ardından (sonuncusu SSCB olmak üzere) Avusturya, Osmanlı, Kore, Çin, Japon tüm imparatorlukların yıkıldıkları bu tarihsel dönemde savaştıkları ülkelerin halklarına verdikleri zarar bir yana, bizzat kendi halklarına verdikleri zarar çok çarpıcıdır. Siyaset bilimci Rudolph Rummel, hükümetlerin yol açtığı ölümlerle ilgili 8000 raporu tetkik etmiş ve 20. yüzyılda demosid’e (yani hükümetlerin siyasetlerine dayalı olarak kendi sivil halkına karşı doğrudan ve dolaylı olarak taammüden işlediği -işlenmesine yol açtığı -katliamlar) sonucu 262 milyon ölüm gerçekleştiğini hesaplamış. Çalışmasında ayni dönem içinde devletlerin kendi halkları arasında doğrudan ve dolaylı olarak gerçekleştirdikleri ölümlerin harplerde düşmanların eylemleri sonucu gerçekleşen ölümlerin sayısından en az 6 kat daha fazla olduğunu görmüş.

C.B- Devletin; Hobbes’ un, “Koyunlar ömrünü kurttan korkarak geçirir. Halbuki sonunda onu yiyen çobandır.” sözündeki çoban olduğunu söylüyorsun sanırım. 20 . Yüzyıl ve öncesi için bunlar geçerli olabilir. Ancak, günümüzde ‘devlet’ in iyi örnekleri hiç mi yok ?

I.K- 21. yüzyıla geldiğimizde insanlığın bu korkunç dönemden ders aldığını, esas fail konumundaki otoriter /totaliter rejimlerin artık bir daha geri gelemeyecek şekilde yıkıldığını/yıkılacağını umabilirdik. Bu belki kısmen Batı Avrupa için gerçekleşti de sayılabilir ama dünya genelinde pek de öyle olmadı. İmparatorlukların çöküp parçalanmasıyla ortaya çıkan ulus devletlerin de (küçük kozmetik rötuşlarla) geçmişten gelen merkezcil hiyerarşik sosyal düzenleri benimsemeleri yüzünden “kamu” küresel olarak hâlâ çok ciddi sıkıntılara sahip. Halen dünyanın tüm coğrafyalarında 300’den fazla noktada kamu kendi halklarıyla bir tür sıcak savaş halinde. Oturup, bugün dünyada halen var olan çoğu kamu düzeninin bir hikâyesini yazsanız ortaya çıkacak olan şey bir Orwellyen distopyadır. Oysa bunun ifade ettiği şey hem tek tek , hem de toplu olarak insanlık için gerçek bir kâbus, yani farkına vardığımızda hiçbirimizin asla içinde yaşamak istemeyeceği bir dünya. Peki, bu durum nasıl engellenebilir?  Kafamda bunu sağlayan tamamen yeni bir sosyal, toplumsal yaşam modeli oluşmaya başladığında bunu bir “ütopya” gibi düşünüyordum. Sonrasında istediğimin gerçekte bir ‘Ütopya‘ olmadığına karar verdim.

B.N ―  Neden bir “ütopya” gibi düşünmekten vazgeçtin?

I.K ―  Ütopyadan maksat insanların içinde yaşamak isteyeceği  (alternatif her türlü düzen seçeneğini de göz önünde bulundurarak, içinde yaşamayı gönüllü olarak tercih edecekleri) topluluklara ulaşmaktır. Benim de nihai maksadım o, ama ütopya sözcüğü sosyal, siyasal ve ahlaki düzeni bakımından birileri tarafından esas olarak zihinde kurgulanmış (pratikte pek de mümkün olmayan), mükemmel bir idealist düzeni tasvir ediyor. Hayatımda güzel bulduğum hiçbir ütopya fikriyle karşılaşmadım. Mesela, Ütopya’ya adını verdiği Thomas More’un kitabını ele alalım; More, kitabında o dönemde henüz icat edilmemiş olan kuluçka makinesini bile icat etmiş ama Ütopya ülkesinde köleliği, idamı, bir tür milli din ve ideolojiyi yok edememiş.  İnsan psikolojisine (bence) tamamen aykırı şekilde kurulmuş ve gerçekte yürümesi imkânsız bir düzen kurgulamış. Buradan hareketle “”kurgulanmış”” bir ideal düzenin ya gerçek hayata uygulanmasının hiç mümkün olamayacağını yahut da eğer (Lenin’in 1917 Ekim Devrimi gibi ideolojik bir disiplin içinde) hayata geçirilmesi başarılırsa dahi sonucun hüsran olacağı öngörüsünü çıkartabiliriz. Kurgulanan bir sosyal düzen pratikte öngörüldüğü gibi işlemiyor ve insanların içinde yaşamayı gönüllü olarak tercih edecekleri bir sonucu veremiyor. Ütopyayı yazan içten içe bilir ki o öngördüğü düzen aslında bir hayaldir ve asla gerçekleşmeyecektir. Oysa o hayal edilen şey eğer pekâlâ gerçekleşebilecek, hatta belki de zaten kendiliğinden gerçekleşme yolunda bir şey ise o zaman bir ütopya olmaktan çıkar. 

Öte yandan farkına vardım ki küresel anlamda benim hayal ettiğim dönüşümü hazırlayan “olumlu” gelişmelerin pek çoğu zaten en doğal biçimiyle kendiliğinden gerçekleşmektedir. Şu anda daha önce görülmedik boyutta bir çağ dönüşümünün içindeyiz. İçinde yaratıcı yıkımlar da bulunan çağ dönüşümü belki de hiç kimsenin öngörüp kurguladığı bir devrime ihtiyaç duymadan kendiliğinden de ortaya çıkabilir. Bu geleceğin hikâyesi dünyanın bizim de içinde bulunduğumuz bir kesiminde beklentilerimizin tam aksine tamamen daha distopik bir biçimde de gelişebilir, iki dünya arasındaki uçurum açılabilir. Bunun işaretleri de yok değil gerçi.  Ama ben gelecekle ilgili olumlu işaretlerin ağırlığına daha fazla güveniyor, toplumsal seçimlerin bizi olumlu yöne götürecek “gelecek uyumlu” yönde olmasını bekliyorum. O yüzden size anlatmak istediğim hikâye bir ütopyadan ziyade geçmişten gelen ama gelecekle uyumlu olmadığı için mutlaka değişmek zorunda olan bazı kamusal yaklaşımların olası en kusursuz dönüşüm modelini araştırmak üzerine olacak.

Z.E―  Evet… Şu an tüm dünyada ve özellikle yaşadığım ülkede hemen herkes, kendini distopik bir senaryonun içerisinde gibi hissettiğini dile getiriyor. Ancak, bu durumun onlara neredeyse normal gelmeye başlamış olması ilginç ve aslında üzücü. Sosyal düzenlerde ciddi bir değişim ve dönüşüm yaşanacağını hatta daha da ileri giderek şu an bir yerlerde bunun kısmen yaşanmaya başlandığını düşünüyorum. Bu sadece benim değil, birçok toplum bilimcinin, ekonomistin vb.. şu sıralar gündeminde olan tartıştıkları bir konu. Özellikle yakın dönemde dünyayı sarsan ve halen boğuşulan pandemi gibi hiç hesapta olamayan etmenlerin  bu değişimi hızlandırdığı görüşündeler. Kısaca, toplumlar dünya genelinde bir kırılma noktasındalar. Bunda hemen herkes hemfikir. Ancak, bu değişim ve dönüşümün nereye evrileceği konusunda net bir fikir birliği yok. Daha doğrusu kimsenin “yeni bir sosyal düzen” için bir fikri yok. Kimi çok daha katı, daha geri bir noktaya evrileceğini düşünürken, kimi daha önce pratikte başarısız olmuş (komünizm gibi) sistemlerin yeniden ve daha güçlü bir şekilde geri geleceğini ileri sürüyor.  Peki, nedir senin istediğin?

I.K― Ben “kamu, kamu düzeni, meşruiyet, ya da “yasama, yürütme, yargı” erklerini oluşturan bir “hükümet” modelinin tamamen ortadan kalkmasını istiyorum. Hatta bunun badiresiz bir dönüşümle (kansız, devrimsiz neredeyse kendiliğinden) olmasının da mümkün olabileceğini düşünüyorum. Aslında sonuç itibariyle tüm istediğim de bundan ibaret. 

Z.E― “Kamu” dediğin şey ben, sen, o, biz hepimiz demek değil mi? Eğer yasama, yürütme yargıya hakim bir otorite olmazsa hayat nasıl olur? Kaos olur kan gövdeyi götürebilir. “Üretim/ticaret durabilir ve ülke yaşanmaz hale gelebilir.

I.K  ― Tabii böyle düşünebilirsiniz ve doğal olarak böyle düşünmekte de son derece haklısınız.

B.N– Dünya tarihi ‘imkansız’ denilen olayların, düşüncelerin gerçeğe dönüşmesinin örnekleri ile dolu. Ancak, ekonomiden, hukuka, insanlar arası ilişkilerde… özetle sosyal yaşamın her alanında ‘devlet’ denilen otoritenin neden olmaması gerektiği ve  ortadan kalktığı bir durumda yerine yeni bir sosyal düzeni sağlamak için nasıl bir sistem gelmesi gerektiği konusunda bizi ikna edebilirsen, herkesi ikna edebilirsin. İşte o noktada da söylediklerin ‘imkansız’ olmaktan çıkar.

I.K- Kurzweil bir yazısında “Önümüzdeki 20 yıl içinde şunlar gerçekleşecek” demişti. Aradan 20 yıl geçti söylediği inanılmaz şeylerin hepsinin gerçekleştiğini gördük. Bu bir kehanet değildi. Benim de burada bir kehanette bulunma gibi bir niyetim yok.  Geleceği görüyorum benim istediğim gibi olacak iddiasında da değilim. Ancak burada geleceğin nasıl olmasını istediğim konusunda fikirlerimi paylaşacağım. Sanırım bu konuyu düşünmek boyumdan büyük bir işe girişmek değildir; tersine hepimizin görevidir. Çünkü değişim çoktan başladı.

Tasarım (toplum mühendisliği) ürünü bir sosyal düzen ne derecede başarılı olabilir ki?


Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.