İsviçre – 2

Hikayeler / İnsanlık Halleri | | Mart 29, 2023 at 7:31 am

Milenyumun başından beri küresel sivil toplum örgütlerinin her yıl ülkelerin insani değerler yönünden röntgenini çekip karşılaştırmalı ranking (kademelendirme) endeksleri yayınlamaları hız kazandı. Ülkelerin özgürlük, mutluluk, sefalet, insani gelişmişlik, yasaların hükümranlığı, ortalama ücretler, kişi başı gelir vb endeksleri yayınlanıyor. Eskiden elimizde güvenilir ortak ölçüm kriterleri bulunmadığı için bir ülke hakkında söylenen çelişkili şeylerden objektif olarak hangisini daha doğru kabul edeceğimize karar veremiyorduk. Şimdi ise bu ölçümler nispeten yerleşip standartlaşmış olduğu için artık ülkeleri çeşitli özellikleri bakımından birbiriyle karşılaştırıp hangi ülke neden öyle iyi kötü bir fikir sahibi olabiliyoruz.

Bir ülkenin listedeki sırasının beşinci yahut on beşinci olması belki iki ülke arasında çok belirgin bir farka işaret etmeyebilir. Ama bana göre sıradaki yerinin seneden seneye değişimi ve hangi ülkelerin onlarca sıra önünde yahut gerisinde oluşu kuşkusuz hangisinin daha doğru yolda olduğuna dair güvenilir bir kriter teşkil edecektir. İsviçre her yıl gördüğüm tüm ranking listelerinde olumlu anlamda tepelerde veya başı çekiyor. Mesela bu yıl bizim 139’uncu sırada yer aldığımız “özgürlük 2023” endeksinde İsviçre en tepede birinci çıktı. O yüzden bu büyük farkı (diğer endekslerdeki durum ile birlikte) analiz edip nereden kaynaklandığını anlamaya çalışmamızın çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Dünyadaki cumhuriyet rejimlerinin halini görünce İsviçre Konfederasyonu’nu da bir nevi Cumhuriyet olarak tanımlamak bence epey yanıltıcı olur. Çünkü ulus devletlerin cumhuriyet rejimi denince akla gelen öncelikli milli ve manevi değerleri İsviçre’de tam tersine oluşmuştur. Mesela bizde “bölücülük” olarak nitelendirilip suç vasfı tanımlanan “konfederasyon” rejiminde bölgelerin diğerlerinden farklı kültürel özellikleri vurgulanmakta, birleştirici rol oynamaktadır. Resmi dil olan Latince “Unus pro omnibus, omnes pro uno”(birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için ) bir milli mottoya sahip ülkedeki 26 kantondan hiçbirinde Latince bilinmez ve konuşulmaz. Ülkenin adı bile vatandaşlar tarafından farklı kantonlarda (Schweiz, Suisse, Svizzera, Svizra) gibi 4 farklı şekilde kullanılıyor. Ancak madeni paralarda ve pullarda Latince adı (Confoederatio Helvetica – Helvetia) kullanılıyor. Hakikaten sizce de komik değil mi (bizdekinin tam tersine) ülkenin resmi dilinin “bilinmeyen bir dil” olması ve kantonlardaki halkların kendi farklı dillerini korumakta titizlik göstermeleri. İsviçre meclislerinde her vekil kendi dilini konuşma hakkına sahip. Bizde ise tam tersine nüfusu 15 milyon civarında olan Kürtler, Mecliste kendi dilinde bir şey söylediğinde tutanaklara “bilinmeyen dil” olarak geçiriliyor. . 

İsviçre’de konuşulan diller (Almanca, Fransızca, İtalyanca ve Romanş) hiçbiri (diğerlerine tahakküm etmesin diye) resmi dil olarak seçilememiş. Ama ülkedeki resmi silahlı kuvvetlerin sürekli düşük yoğunluklu çatışma ortamı içinde olduğu anarşist teröristler yok, hiç olmamış. Siyasi partiler de var ama ülke 1959’dan bu yana Zauberformel (sihirli formül) adı verilen aritmetik formüle göre koltukların bölüşüldüğü bir koalisyon sistemine göre yönetiliyor. Koalisyon sayesinde siyasi istikrar var, silahlı kuvvetler ve tek parti rejimine hiç ihtiyaç duyulmamış. Yani bizdekinin tam tersi. Eğer İsviçre olmak istiyorsak siyaset ve ekonomiyle ilgili her şeyi ama her şeyi tam 180 derece tersine çevirmemiz gerekiyor.

208 ülke, 208 bayrak


Dünyada halen irili ufaklı 208 egemen ülke veya siyasi bölge yer almaktadır. Sayı böyle çok ama içlerinde dünyanın mezrasında kalmış, kurumlaşması eksik, veri toplama imkanları bulunamayan ve o yüzden ranking listelerine almak pek mümkün olmayanlar var. O yüzden bu güvenilir ölçeklere alınıp tartılabilen ülke sayısının 150’nin pek üstüne çıkmadığını varsaymamız lazım. Öte yandan bir de Birleşmiş Milletler’i kuran (elebaşı diyelim) 5 ülke var. İçlerinde 1,4 milyar nüfuslu Hindistan’ın bile yer almadığı veto yetkisine sahip daimi konsey üyesi bu 5 ülkenin (ABD, Rusya, Çin, Fransa, İngiltere) konumu hep tartışma konusu olmuştur. (Dünya 5’ten büyük?)
  
Onun ardından enformel bir grup olan gelişmiş batı G7 (Kanada, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere, ABD ve AB) geliyor (AB de ayrı yönetimi olan bir ülke gibi kabul ediliyor) . Bu gruba 98’de Rusya da katılmıştı ama şu anda konjonktür yeniden değişti. Ardından içinde bizim de olduğumuz G20 geliyor. Türkiye, Arjantin, Avustralya, Brezilya, Kanada, Çin, Fransa, Almanya, Hindistan, Endonezya, İtalya, Japonya, Güney Kore, Meksika, Rusya Federasyonu, Suudi Arabistan, Güney Afrika, İngiltere, ABD ve AB.

Bu 20 sayısı nüfus ve ekonomik büyüklükle ilgili. Nüfusumuz artıyor ama biz son senelerde ekonomik büyüklük olarak en büyük 20’nin gerisine düştük. 50 milyon nüfusuyla dünya 10 uncusu olan Kore’nin GSMH’sı bizimkinin 2 katı.  İran’ın hatta ve küçücük İsviçre ve Hollanda’nın bile daha gerisine düştük.
İsviçre’nin nüfusu 8,7 milyon, bizim onda birimiz kadar. Denize kıyısı yok, dağlarla kaplı toprakları bizimkinin 20’de biri kadar, yeraltı zenginlikleri yok denecek kadar az. Ama düzlük bölgelere 50 bin çiftlik sığdırmışlar. Kendine yeterden fazla gıda sebze meyve ve hayvancılık yapıyor, ihraç da ediyorlar. Bankaları, pahalı peynirleri ve şarapları ile çok meşhur. Kakaosu yok ama çikolataları dünyaca ünlü. Dünyanın en pahalı saatlerini onlar yapıyor, saat deyince İsviçre bir numara.

İsviçrelilerin ortalama kişisel serveti dünyada bir numara çıkıyor. Mutluluk endeksinde hep yukarılarda bazen de bir numara çıkıyorlar. HDI (İnsani Gelişimişlik Endeksi)nde İsviçre halen liste başı. Ortalama gelir ve ücretler de çok yüksek. Ortalama bir İsviçreli kadar kazanmak için bizim 32 kat daha çok (uzun süre) çalışmamız lazım. Kıyaslayacak olursak bizim çalışmamız emeğimiz İsviçrelinin yanında hiç para etmiyor. Yani ne mutlu (Türküm değil) İsviçreliyim diyene. Ama bu nasıl olabilir?    


Aslında bugünün şartlarında ayni işi yapan birinin öbüründen 32 kat daha verimsiz olması ve az katma değer üretebilmesi hiç mümkün değil gibi geliyor. Tabii burada söz konusu olan çalışanın verimsizliği değil üretim ilişkilerinin sorunu bence.   

İsviçre’de hükümet sistemi bizdekinin hemen tamamen ters yüz edilmişi gibi. Bizdeki sistem ne kadar merkezileşmiş ve toplumcu ise İsviçre’deki o kadar merkezsizleşmiş ve bireyci. Saltanat, başkanlık, cumhurbaşkanlık, ulu önderlik yok. Bir federal hükümet parlamentosu seçiliyor, parlamento da 7 bakan seçiyor, bunların her biri eşit yetkili ve içlerinden biri bir yıllığına başkanlık yapıyor (ülkeyi uluslararası alanda temsil ediyor) ama herhangi bir yasama yürütme icra yetkisine sahip değil. Bir tür doğrudan demokrasi sistemi var. Kanunları vatandaşlar 4 ayda bir oy vererek kendileri çıkartıyor, politikaları belirliyor. Kanton yasaları da öyle. Vergiler bölge bölge, her yerde ayrı. Kanton idarelerinin de federal idarenin de çok dar bir yasa yapma ve hareket alanı var. Dünyanın en özgür ülkesi olması o yüzden.

Uluslararası konularda da öyle. İsviçre Konfederasyonu’nun uzun bir silahlı tarafsızlık tarihi var. Aydınlanma döneminin Avrupa içi din savaşlarından o da nasibini almış Ama 1815 yılından bu yana uluslararası bir savaş durumu hiç olmamış. İsviçre, her iki dünya savaşına da girmeyerek tarafsız kalabildiği için, çok sayıda tarihi anıt hala ayakta durur. O yüzden Avrupanın başka hiçbir yerinde olmayan 12. yüzyılın Romanesk sanatının güzel örnekleri tarihi Basel Manastırı ile Sion, Chur, Cenevre ve Lozan Katedralleri ie bazı Barok mimarisi eserleri halen ayakta. Yakılma yıkılma hiç olmamış.

İsviçre’nin küçük yaklaşık on beş bin kişilik bir ordusu hep var. Çabuk harekâta girebilen zinde bir güç, ama İsviçre ordusu deyince aklımıza sadece tüm dünyanın bildiği çok marifetli “”İsviçre ordu çakısı”” akla geliyor. Çok marifetli sivil bir ürün. Büyük Nazi orduları bile orayı bir işgale kalkışamamış.   Birinci ikinci dünya savaşlarına katılmamış. O yüzden savaşın yarattığı yıkım ve tahribatı ülke olarak hiç yaşanmamış. Siyasi kamplaşma, bölünme iç çatışma benzeri bir durum da tarihinde hiç yok. 2002 yılına kadar Birleşmiş Milletler’e katılmamıştır. Yine de küreselci etkin bir dış politika sürdürmektedir.

İsviçre Ordu Çakısı

Yerli ve millilik siyasetleri bu ülkeye hiç uğramamış. Dünya çapında barış kurma girişimlerine katılıyor. Türkiye’de deprem olunca yardıma geliyor. İsviçre aynı zamanda Kızılhaç’ın doğduğu ülkedir. (Kızılhaç, İsviçre’nin bayrağıdır) ikinci büyük BM merkezi de dâhil olmak üzere çok sayıda uluslararası organizasyonun ev sahibidir. Avrupa seviyesinde, Avrupa Serbest Ticaret Birliği’nin kurucu üyelerindendir ve Schengen Bölgesi’nin bir parçasıdır ancak Avrupa Birliği’nin ve Avrupa Ekonomik Alanı’nın bir üyesi değildir. Euro’ya katılmamıştır.   

İsviçre kişi başına düşen gayri safi yurt içi hasıla bakımından dünyadaki en zengin ülkelerden biri ve her bir vatandaş (finansal ve finansal olmayan) için en yüksek malvarlığına sahip. Zürih ve Cenevre sırasıyla dünyadaki ikinci ve sekizinci yaşam kalitesine sahip şehirler olarak sıralanmaktadır.

İsviçre Konfederasyonu’nun kuruluşu geleneksel olarak 1 Ağustos 1291 olarak kabul edilir ve her yıl yıldönümünde İsviçre Ulusal Günü kutlanır.


Yani bir ülke düşünün ki Osman Gazi tarafından Bilecik’in Söğüt ilçesinde kurulan Osmanlı Devleti ile hemen ayni yıllarda (8 yıl önce) kurulmuş, ama hemen her bakımdan onun tam tersi. Koskoca İsviçrenin bir kurucusu bile yok, fatihleri yok, o günden bu güne hiç fütuhata girişmemiş, fethetmemiş, fethedilmemiş, işgal edilmemiş, kurtuluş savaşı yapmamış. İsviçrenin büyük devlet büyüklerini aradım taradım, onu bu kadar büyük devlet yapan tarihi ulu önderlerin hiçbirini bulamadım. (Belki kimlerdir siz bulabilisiniz,) Büyük İsviçreli mimarlar, sanatçılar, bilim insanları, sporcular, girişimci sanayiciler var, ama bir devlet büyüğü hiç yokk. Sizce de bu bir mucize gibi değil mi?

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.