Devletiniz Nasıl Olmalı? Olmalı mı?

Hikayeler / İnsanlık Halleri | | Haziran 27, 2023 at 2:06 pm

İnsanlığın bilinen on binlerce yıllık sosyal tarihi hep mutlakıyetçi karanlık rejimlerde geçmiş. Antik Greklerin MÖ 600’lerde icat ettikleri “demokrasi” diye bir kavram var ve onu bugün de hala kullanıyoruz ama istismar etmeye / edilmeye dayanmayan ve tüm insanların yeteneklerini insanlık için kullanabildiği bir düzeni ima eden DemosKratos (yani halkın iktidarı) olmaktan çok uzak.

Atina’da yaratılan demokraside kölelik var ve nüfusun çoğunluğu zaten mülksüz köle. Siyaset cebir şiddete dayalı askeri güç ve servet kullanılarak belagat yardımıyla yapılıyor. Tabii zaman içinde yaratılan mitlerin, dinlerin önemli payı da olmuş. Ama bu şekilde oluşturulan çok dayanıklı siyasi güç ve iktidar yapıları karşısında sıradan vatandaş hep çok aciz ve çaresiz, yaratıcı gücü ve insani becerileri hep örtük durumda kalmış. Antik demokrasi bir tür lotarya seçimle konsey üyesi olunabildiği, 20’den yukarı gençlerin belagat becerisiyle siyasi güç kazanabildiği, öte yandan vahşi güç ve iktidar mücadelelerin yaşanabildiği bir toplum düzeni. Ama o düzende hep insan insanın ya kurdu yahut da tanrısı olmuş. (Homo homini Deus/Lupus). İnsanı birey olarak tanıyıp algılayan, yeteneklerini ve sınırlarını keşfeden ölçen biçen, ona göre iş bölümü ve uzmanlaşma içinde topluma (ve kendisine) en fazla yararlı uğraşlar içine girmesini sağlayan sosyal modeller hiç kurulamamış.

Sıradan insanların kendi tepesinde kurulu istismarcı ve bağnaz iktidar yapısını kavrayıp doğru algılayabilmeye başlaması 17. yüzyılın sonlarını bulmuş. Aydınlanma (veya akıl çağı) denilen, İmparatorlar, Papanın adamları gibi büyük iktidar güçleri ile sistemli biçimde mücadele edilebilmeye başlandığı bu dönem ayni zamanda bilim sanat teknolojilerin hem de küresel endüstrilerin ortaya çıkmaya başladığı dönem.  Hükümetler o dönemde kral ve adamlarının elinden kısmen de olsa parlamentolara halk meclislerine geçiyor. Bu meclislerde çoğunluk avam halkı temsil etmeye soyunanlar ile güç ve mülk sahiplerinin haklarını temsil etmeye soyunanlar farklılaşıyor. Karışık şekilde oturmak yerine meclisin solunda sağında farklı kanatlarda yer alıyorlar. Tıpkı bugünkü (2021) Avrupa Parlamentosu’ndaki oturma düzeni gibi solcular solda, sağcılar sağda. Sanki 705 parlamenterin yarısı solcu yarısı sağcı gibidir ve sanki her iki taraf eşit ağırlıklı temsil edilmektedir.  

Hürriyet Müsavat Uhuvvet

İttihat ve Terakki Cemiyeti batıdaki akıl çağı aydınlanmasının “liberté, égalité, fraternité” sloganlarının Osmanlıdaki geç temsilcisi idi. Çoğulculuk, adalet, özgürlük, eşitlik, kardeşlik mutlakiyetçi Osmanlı saltanatının zulmüne karşı halkın ezici çoğunluğunun özlemle aradığı bir şeydi, o yüzden halkta da karşılık buldu.

İTF “Meclis-i Mebusan”ın kuruluşu sırasında dağıttığı el ilanında şöyle diyordu;
Biliniz ki artık ayrılık gayrılık kalmadı İslam, Hıristiyan, Musevi hep bir, hep kardaş, hep vatandaş, hep Osmanlıyız. Ahmet nasıl milletin gözbebeği muhterem evladı, bir cüz-ü esasisi ise, Petro’nun, Kirkor’un, Mişon’un da ondan hiç zerre kadar farkı yoktur. Biliniz ki vatanın herhangi iki evladı arasında bir geçinmesizlik uyandıracak küçük bir hareket milleti büyük kederlere düşürür. Ve böyle bir harekette bulunan şahıs bütün Osmanlılığın lanetlerine, nefretlerine, hatta kurşunlarına hedef olur. Fakat biliniz ki hiçbir ferdin hiçbir ferde kendi rey ve keyfiyle kaşın üstünde gözün vardır demeğe hakkı yoktur. Zalimler, caniler, edepsizler, şimdiye kadar milleti ezenler, haksızı haklı haklıyı haksız gösterenler cezasız mı kalacak zannediyorsunuz..? Hayır hayır. …..
. (Lütfen bu çarpıcı metnin tamamını okuyunuz

Peki ne oldu? Bu söylemlerin ülkeye getirdiği iktidar (1909-1918) söylediklerinin bizzat tam tersini yaptı. Ülkedeki sivil çoğulculuğu yok etti ve kararları sonucu (Petro, Kirkor, Mişon) ülkenin kendi halklarından 1 milyon 883 bin kişi savaş dışı nedenlerle vahşice öldü. R. J. Rummel şöyle diyor. “Hiçbir sivil cani resmi görevli olanların yaptığı kadar büyük bir vahşeti asla gerçekleştiremez”

Peki, Sağcılık / Solculuk ne demek?

Solculuk genel olarak, “özgürlük, eşitlik, kardeşlik, haklar, ilerleme, reform ve enternasyonalizm” gibi fikirlere” vurgu yaparken, sağ kanat “otorite, hiyerarşi, düzen, görev” gibi kavramlara vurgu ile karakterize ediliyor. Sol sağı gelenek, muhafazakâr gericilik ve milliyetçilik ile eleştirirken kendi geleneksel dogmatik doktriner bağnazlıklarını ilericilik, milliyetçiliğini de ulusalcılık olarak tanımlıyor. Yine de her iki tarafın zaman zaman birbirlerine ait sloganları kullandıklarına da şahit oluyoruz.

Tuhaf olan şu ki solcu enternasyonalizm de sağcı milliyetçilik de çok uluslu küreselciliğe karşıdır. Her ikisi de olabildiğince devletçi olabildiğince otoriter yani özgürlük karşıtıdır. Her ikisinin de merkezi otoritenin egemen olduğu bir düzenin hiyerarşisine ihtiyacı vardır. Merkezsiz(desantralize) küresel paylaşımcı ortak iradenin temsil ve egemenliğine razı değildir. Çünkü sol iktidar da sağ iktidar da kendi halkları üzerindeki hegemonik güçlerinden taviz vermek istemezler. Ama bunu halk nezdinde doğrudan savunmaları olanaksız olduğu için her iki tarafın da belagat biçimi fantastik derecede ölçüsüz, kullandığı kavramlar dolaylı ve muğlâktır ikirciklidir. İster sağ ister sol olsun otokratik tüm devletli iktidarları halk üzerindeki kendi hegemonyalarından taviz vermek istemezler.

Her iki taraf da konuşmasında karşısındakinin bilinçaltında yüklü memlere (zihin virüslerine, yani bir zihinden diğerine tekrarlanan eylemlerle aktarılan kültürel bilgi birimlerine) güvenir, onları harekete geçirmeye çalışır. Aslında rasyonel olarak düşünmeye kalktığınızda ne sol ne de sağ adına yaratılmış özlü bir değer kırıntısı yok. Hepsi koşullandırma için küçüklüğünüzden bu yana zihninize ekilmiş duygusal safsatalardan ibaret.

Solun veya sağın savunduğu nedir? Peki, ortası neresidir? sağ nereden başlar, nereden itibaren sol olur? Her iki taraf da küresel rekabetçi değerlere metriklere, ölçüye tabi olmayı kabul etmez, tamamen duygusal ve demagojik konuşmayı yeğler. İddia ettiği değerlere özünde hiçbiri sahip değildir, hepsi KKK unsuru olarak kullanılır.   

Sözgelimi siyasetin iki ana partiyle temsil edildiği ABD’de solculuk denince Demokrat Parti, sağcılık denince konservatif Cumhuriyetçi Parti geliyor, ama geçen zaman içinde savunulan değerler bakımından Demokratlar Cumhuriyetçilerden daha da sağa gelmişler. Bu arada bugünkü Demokrat Parti’li siyasilerin desteklediği ideallerin çoğu aslında sağcı idealler, Cumhuriyetçi Parti’nin bazı üyelerinin desteklediği şeylerin bir kısmı da apaçık solcu idealler değil mi?

Aslında ABD’de Demokrat Parti nin sağa kaymasıyla ortaya çıkan boşluğu doldurmak üzere kurulmuş (Komünist, Sosyalist, Yeşil) 3 siyasi parti daha var ama onların halen bir iktidar alternatifi konumları yok. Çünkü kamu iradesine ve sorunlu otoriteryenliğine karşı herhangi alternatif bir çözüm önerileri bulunmuyor.

Çünkü sağ/sol meselesi seçimli hükümetlerde vatandaşın bir siyasi tercih pusulasının olması için 19. yüzyılda ulus devlet parlamentolarının ortaya çıkmasıyla gelişen iğreti bir paradigma önerisi. Vatandaşın solcu musun sağcı mısın dikotomisine karşı yansıtabileceği özel bir tercih unsuru aslında söz konusu değil. Sosyal sınıfı kimliği kişiliği her ne olursa olsun her vatandaş huzur, güven, adalet olsun ister ama açıkça adaletsizlik dağıtan mahkemeleri, her yıl bin vatandaşını ateşli silahla öldüren bir polisi olsun istemez. İnsan haklarına açıkça aykırı, iletişimi haber alma ve ifade özgürlüklerini kısıtlayan yasalar çıkartabilen bir parlamentosu olsun istemez. Kalkınma, bolluk, bereket, verimlilik refah artışı olsun ister ama eğer hükümetin kararları bunun aksine gelişmelere sebep oluyorsa o hükümetten hemen kurtulabilmek onu hemen daha iyisiyle değiştirebilmek de ister.   

İşte zurnanın zırt dediği yer de burası. Vatandaşın sağcılık / solculuk niye umurunda olsun ki? Daha iyi yaşam unsurlarının neler olduğu belli. Bunları ona hangisi sağlıyorsa şüphesiz ki o daha iyidir. Ama araştırınca görüyoruz ki A tanımının da B tanımının da içinde birbirinden kötüler var. Demek ki A veya B benim için bir tercih unsuru değil. Bir rejimin krallık veya cumhuriyet olması, demokratik sol veya sağ halkçı veya toplumcu olup olmaması genel anlamda hiçbir şey ifade etmiyor. Ülkenin toplumsal sözleşmesini ifade eden anayasasında şöyle yazıp böyle yazmaması da aslında hiçbir şey ifade etmiyor. Eğer ülkedeki yasaların hükümranlığı (rule of law) zayıf veya geçersiz ise anayasa ve yasalarda neyin yazdığının ne hükmü olur?

Otoriter bir devlet aygıtının tamamıyla esir aldığı, asırlardır devlet zulmü altında yaşayan bir halk bunu yapamaz. Halkını iç sömürge yapmış ceberrut bir devlet egemenlik taslayabilir, ama vatandaşı için tam bir zillettir. Çünkü ulusal egemenlik kavramı aslında “halkın” devleti üzerindeki egemenliğini ifade eder.  Tersi, yani halkı üzerinde egemenlik (hegemonya) kurmuş bir devlet korkunçtur, halkının sırtına yapışmış bir keneden farksızdır.

Siyasi Pusulada Otoriteryenlik vs Özgürlükçülük

19. yüzyıldan bu yana dünya çok değişti. Mesela siyasi spektrumun sağı solu dışında bir de ondan çok daha önemli kuzeyi güneyi  (otoriteryenlik / liberteryenlik) kutbu daha olduğu dile getirilmeye başlandı. Eskiden bir hükümetin otoriterliği hiç eleştirilmez, liderin yumruğunu masaya vuran, tuttuğunu koparan kişiliği belki seçmen nezdinde bilakis takdir bile görürdü. Çünkü tarihe geçen karizmatik büyük liderlerin hep öyle olmasına alışılmıştı. Pusulanın yeşil ve menekşe rengi bölgelerinde yer alan ünlü bir siyasi lider hiç yok. Oysa ikinci büyük savaş sonrasında gelişen hak ve özgürlükler etiğiyle birlikte seçmenin Politik Pusulasında Otoriteryen/Liberteryen koordinatı Sol/Sağ koordinatının daha önüne geçti. (Kendi siyasi tercihinizin nereye düştüğünü anlamak için burada test edebilirsiniz).


Tarihe dekamegamurderer (kendi halklarından onmilyonların katili) olarak geçen Stalin ve Mao her ikisi de solcu, Hitler ise sağcı ama pusulanın kuzey güney koordinatında üçü de tam kuzeyde yani otoriteryen devletçi. Eğer siyasi pusulanız solculuk ise en soldaki Marx kendisi “Liberteryen” olarak görünüyor. Çünkü Marksist teoride ceberrut otoriter devletçilik yok, hatta kendisi rejim oturduğunda devlet diye birşeye hiç ihtiyaç kalmayacağını bile hesaplamış. Troçki’yi bile öldürten ünlü siyasi devlet başkanı Stalin de kendisini Marxist olarak tanımlayabilir belki ama milyonların katili o devlet zulmünün felsefi sorumluluğunu nasıl Marx’a yükleyebiliriz ? Stalin’i, Mao’yu Hitler’i milyonların katili yapan otoriter milliyetçi / ulusalcı devletçilik aslında sol/sağ kavramından bağımsız. Aslında belki otoriterlikten uzak teorik bir Marksizm’in pratik hayatta var olabilmesi belki de hiç mümkün değildir. Ayni biçimde dinci veya milliyetçi, ulusalcı, jingoist devletçilik “”otoriteryen olmayan”” bir biçimde kendini var edemiyor. Yani pusulanın yeşil (özgürlük sol) alanı belki de tamamen teorik bir durum. Çünkü otoriteryen olmayan solcu bir devlet modelini pratikte hiç görmüyoruz. Halen dünyada siyasi pusulanın yeşil bölgesinde olduğunu bildiğimiz hiçbir ülke yok.

Dünyada var olan devletler arasında halen (menekşe bölgede) Liberteryen sayılabilecek belki de tek ülke bir tür “”doğrudan demokrasi”” modelinin geçerli olduğu İsviçre. Dünyanın mutluluk / özgürlük endeksi gibi endekslerinde hep liste başı çıkması da rejiminin diğer ülkelerden biraz daha farklı olduğunu gösteriyor. İskandinav modeli denilen “sol” ama nispeten (liberteryen) özgürlükçü model aslında pratikte tam olarak solcu da özgürlükçü de sayılmıyor. Avrupa’da “Yeşiller” konseptiyle siyaset dünyasına katılan partilerin sol liberteryenliği İskandinav liberalizmine göre solda kalıyor. Hatta kimilerine göre doğrudan Mavi kuadrantın merkeze yakın noktasında kabul ediliyor.

Küreselleşmiş batı demokrasisi dediğimiz ülkelerin ABD dahil neredeyse tamamı da aslında mavinin otoriter olmayan sağ bölgesinde yer alıyorlar. ABD’deki siyasi arenada oldukça yeni olan ve siyasete sol/sağ ekseninden tamamen başka bir noktadan bakan Liberteryenizm ise haklı olarak “üçüncü güç” olarak adlandırılıyor çünkü geleneksel sol ve sağa gerçek bir alternatif. Ama anlaşılan o ki devletçi sol/sağ zihin virüsleri onlara da bulaşmış halde. O yüzden yeşil ve menekşe rengin tüm farklı köşelerine savrulmuş bir haldeler ve o yüzden bütünlükçü bir model ortaya koymaları pek mümkün değil görünüyor.

Yeni yeni siyasi akım isimleri ortaya çıkıyor. Mesela EkoLiberter Jeoizm nedir? Jeoliberterlik, liberteryenizmi Georgizm (alternatif olarak jeoizm veya jeonomik) ile bütünleştiren, çoğunlukla sol-liberterlik veya radikal merkezle ilişkilendirilen politik ve ekonomik bir ideoloji.

“Jeoliberteryenler, coğrafi alanın ve ham doğal kaynakların – ekonomik tanım gereği toprak olarak nitelendirilen herhangi bir varlığın – ortak mülk veya daha doğrusu sahipsiz sayılması gereken rakip mallar olduğunu savunup, erişiminde tüm bireylerin eşit bir insan hakkını paylaştığını kabul ederler, sermaye servetinin tamamen ve kesinlikle özelleştirilmesini kabul etmezler. “

Jeoliberteryenler, “üretilmiş malların topluca toplum tarafından veya toplumu temsil etmek üzere hareket eden hükümet tarafından sahiplenilmesinin aksine, her bireyin kendi emeğinin meyvelerine münhasır özel mülkiyet olarak doğal bir hak kazandığını kabul eder ve emeğin, ücretlerin ve emek ürünlerinin kesinlikle “”vergilendirilmemesini”” isterler. Jeoliberteryenler, “arazi değerinden elde edilen gelirin yalnızca gerekli idari maliyetleri kapsadığı ve sadece bir yönetim organının ülkedeki yaşam, özgürlük ve mülk haklarını güvence altına alması için “zorunlu” kamu hizmetlerini finanse ettiğini bunun dışındaki tamamının her vatandaşa koşulsuz temettü olarak dağıtıldığını görmek isterler.” Jeoliberterler, “toprağın değeri, onu üreten, ancak pratik gereklilik ve yasal ayrıcalık nedeniyle eşit erişimden mahrum bırakılan sakinlere iade edilirken, yoksullar ve dezavantajlı kişiler, bürokrasi veya genellikle bir önceki yıl fiilen elde ettiğiniz gelir hesaplanarak değerlendirilen müdahaleci “”araç testi””(ABD) ile mahrum bırakılmasından şikayetçidirler.

Liberteryenler (pek çoğu) Altın Standardını destekler, güneşin, rüzgarın, dalgaların ve hareket eden her şeyin gücünü kullanmak için gelişen teknolojilere yatırım yaparak, yatırımcıların çevrecilerin endişelerini çözme özgürlüğünü, hükümetin serbest piyasayı manipüle etmesine son verilmesini, fosil yakıt endüstrisi sübvansiyonlarının sona ermesini vb ilerici şeyleri destekler.

“Eko-liberterlik olarak da bilinen Yeşil liberteryenizm, ABD’de geliştirilen melez bir siyasi felsefedir. Yeşil Parti’den çevresel ve ekonomik platform ve Liberteryen Parti’nin sivil özgürlükler platformu, “Yeşil Liberteryen (Eko-Özgürlükçü), liberter bakış açısını yeşil platformun gönüllü olabilecek yönleriyle birleştirir ama Ekoliberterler Geoliberteryenlerden farklıdır.


Sonuçta sağ/sol dışında devletin otoriteryenlik/özgürlükçülük koordinatı da X-izm, Y-cilik boyutlarına taşınıp siyasi pusulada yerini almış durumda. Sanki farklı farklı siyasi rejim modelleri “Otorite boşluk kaldırmaz” mantığıyla siyasi pusulanın boş kalmış noktalarına yerleşip orada kuracakları zihin virüsleriyle spektrumda kendilerine bir otorite alanı bulabilecekler. Oysa tüm bunlar bana çok tuhaf görünüyor. Çünkü gerçekte sağ/sol nasıl vatandaşın siyasi tercih konusu değilse otoriteryenlik/özgürlükçülük de öyle. Seçimlik bir konu değil. Klasik devlet modelinin siyasi varoluş biçimleri. Toplumsal kültür, bağımsız medya, sivil toplum örgütleri, bağımsız yargı vb kurumların devleti dizginleyebilecek bir gücü varsa devlet azgın bir biçimde otoriterleşme imkanı bulamıyor. Eğer bu kurumlar güçsüz veya yok edilmişse meydanı boş bulan iktidar vahşi biçimde otoriterleşiyor. D. Acemoğlu’nun deyişiyle eğer toplum belirli çerçevenin dışına çıkamayacak şekilde devletini sınırlamayı, ona pranga vurmayı becerebilmişse otoriterleşemez. Yoksa, (halkın ihtiyaç ve talebinden tamamamen bağımsız olarak) bir devlet eğer ihtiyacı varsa ve kendisine karşı gelenlere gücü yetiyorsa mutlaka otoriterleşiyor. Halkla arasındaki çelişki arttıkça otoriterliği artırmak zorunda kalıyor ve bir noktadan sonra seçimler artık göstermeliktir. Halk iradesinin bir rolü yoktur ve eğer dış dinamiklerin bir müdahalesi olmazsa böyle bir rejim varlığını sonsıza kadar sürdürebilir.

Bir iktidar biçimi (KKK ile, X-izm, Y-cilik yahut gerektiğinde cebir şiddet tehdidi ile) kendini var etmenin bir yolunu bulduğunda (kaynak olarak kendine destek aldığı tüm kavramları olabildiğine kullanarak / sömürerek) varlığını güçlendirmeye ve mümkünse ölümsüz kılmaya çalışıyor. Devlet aslında bugüne kadarki var oluş biçimleriyle kendini besleyen ve var eden bireylerden tamamen ayrı ehliyetsiz bireylerden oluşan parazit bir antite, istismarcı bir müessesedir. Kendini oluşturan bireylerle uzlaşmaz menfaat çelişkileri vardır. Öte yandan toplumun işleyebilmesi için zorunlu bazı fonksiyonlar için tekel konumunda olduğundan da vazgeçilmez görünür. Oysa insanlığın bugün ulaştığı aşamada bütün bu temel fonksiyonlar (para, iletişim, adalet, güvenlik) teknik olarak çok daha yüksek verimlilikte otomatik işletilebilen teknik işler haline gelmiş klasik devletin üreteceği “siyasetlere” ihtiyacı kalmamıştır.

Burada “otomatik” hale gelmesi gerektiğinden söz ettiğimiz şey bireysel güç ve siyasi iradenin işlenerek doğrudan yönetim kararına dönüşmesidir. Klasik devlet anlayışındaki “cüzi irade / külli irade” yaklaşımında bu tamamen eksik. Temsili irade bireyi yansıtamıyor, yansıtsa da gücü oranında yansıtamıyor. Birilerinin namı hesabına verilen kararlar daima yanlış ve öznenin aleyhine oluyor. Küreselleşmeyi ve verilecek her kararın gerektirdiği ayrıntı boyutunu da hesaba katarsak, klasik devletçi “siyaset” modellerinin sürdürülmesi bence artık mümkün değil.

Yeni çağın siyasi modeli her şeyden önce “devletçi/hükümetçi” olmamak onun da ötesinde merkeziyetçi ve hiyerarşik olmamak zorunda. Merkeziyetçi olmamak “desantralize” olmak anlamında ama hiyerarşik olmamak yaygın anlamıyla “eşitlikçilik” demek değil. Kuşkusuz sosyal adalet ve fırsat eşitliği anlamında bir eşitlik zorunlu ama bölgesel güçlerin oluşumunda belagat becerisinin yerini ölçü ve kanıta dayalı liyakatin alması gerekiyor. Herkesin işinin çapına uygun bir özgür iradesi ve ona uygun siyasi gücü olmalı. Aklındaki eksik kişiselleştirilmiş yapay zekalarca kapatılabilir. Bu destekle bireysel aklının emeğinin gücü topluma yansır, herkes toplumda kendisini bizzat temsil etme güç ve fırsatına ulaşabilir. Temsili iradelere ve X-ci siyasi kararlara da hiç ihtiyaç kalmaz. Ne dersiniz?      

      

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.