Yaşam Uzlaşma Gerektirmez mi?

Zeitgeist / Denemeler | | Haziran 24, 2023 at 12:56 pm

“Ahlaki prensiplerde uzlaşma olmaz “

Bir uzlaşma; karşılıklı tavizler verilmesi yoluyla birbiri ile çatışan taleplerin birbirlerine uygun hale getirilmesidir. Bu, bir uzlaşmada yer alan her iki tarafın geçerli bir talebi olduğu ve bir diğerine verecek bir değere sahip olduğu anlamına gelir. Ve bu, her iki tarafın, anlaşmalarına bir dayanak oluşturan temel bir prensip üzerinde hemfikir oldukları anlamına gelir.

 Kişi, ancak somut veya spesifik durumlarda, karşılıklı olarak kabul edilen bir temel prensibe uyarak uzlaşabilir. Örneğin, kişi bir satıcıyla, onun bir mal için istediği fiyat üzerinde pazarlık yapabilir ve satıcının talebi ile kendi teklifi arasındaki bir miktarda anlaşır. Burada karşılıklı olarak kabul edilen temel prensip, ticaret prensibidir, yani : Satın alanın satıcıya ürünü karşılığında para ödemesidir. Fakat kişi kendisine ödeme yapılmasını isterken, alıcı bu kişinin malını para ödemeden almak isterse,  hiçbir uzlaşma, anlaşma, tartışma mümkün olmaz; bu durumda, birinin diğerine teslimiyeti söz konusudur.

Bir malın malikiyle bir hırsız arasında hiçbir uzlaşma olamaz; kişinin hırsıza gümüş takımdan bir çay kaşığı teklif etmesi bir uzlaşma değil, tam teslimiyet olacaktır; hırsızın kişinin malı üstünde hakkı olduğunu tanımak olacaktır. Hırsız, bunun karşılığında hangi değeri ve tavizi sunmuştur?  Ve tek taraflı tavizler, iki tarafın ilişkisinde temel olarak alındığında, hırsızın geri kalan her şeyi alması sadece bir zaman meselesi olacaktır.

Özgürlük ve hükümet kontrolleri arasında hiçbir zaman bir uzlaşma olmaz; “sadece birkaç kontrolü” kabul  etmek, vazgeçilmez bireysel hakları teslim etmektir ve onun yerine hükümetin sınırsız, keyfi gücünü koymaktır, böylece kişinin kendisini aşama aşama köleliğe teslim etmesidir.

Temel prensipler ve temel konular üzerinde uzlaşma olamaz. Yaşam ve ölüm arasındaki “uzlaşmadan” ne anlarsınız? Veya doğru ve yanlış arasındaki? Ya da akıl ve akıl dışılık arasındaki?

Ancak bugün insanların “uzlaşmadan” bahsederken kast ettikleri şey, karşılıklı meşru bir taviz ve alışveriş değil, fakat kesinlikle kişinin kendi prensiplerine ihanet etmesidir; herhangi bir tek taraflı, gerekçesiz, akıldışı talebe teslim olmasıdır. Bu doktrinin temelinde, bir arzu veya kaprisin indirgenemez bir ahlaki temel fikir olduğunu, her kişinin canının istediği arzuyu elde etmeye hakkı olduğunu, tüm arzuların eşit ahlaki geçerliliğe sahip olduğunu ve insanların bir arada yaşayabilmesinin tek yolunun her şeye teslim olmak ve herkesle “uzlaşmak”  olduğunu savunan etik sübjektivizim bulunmaktadır. Böyle bir doktrinden kimin faydalananın kim olacağını ve bundan kimin zarar göreceğini anlamak zor değildir.

Bir doktrinin ahlaksızlığı –ve “uzlaşma” teriminin bugünkü genel kullanımda bir ahlaki ihanet anlamına gelmesinin nedeni- onun, etik sübjektivizmi insan ilişkilerindeki her türlü prensibin üstündeki temel prensip olarak kabul etmeye ve her şeyi bir başkasının kaprislerine karşılık bir taviz olarak feda etmeye insanları zorlaması gerçeğinde yatmaktadır.

“Yaşam uzlaşma gerektirmez mi?”  sorusu genellikle, temel bir prensiple bir somut, spesifik kaprisi birbirinden ayıramayanlar tarafından sorulmaktadır. Kişinin istediğinden daha küçük bir işi kabul etmesi bir “uzlaşma”  değildir. Kişinin yapmak için işe alındığı işi nasıl yapacağı konusunda işvereninden emirler alması bir “uzlaşma”  değildir.

Bütünlük, kişinin sübjektif kaprislere sadakatinden oluşmaz, fakat akılcı prensiplere sadakatten oluşur. Kelimenin kişiliksiz anlamında “uzlaşma” kişinin rahatının bozulması değildir, fakat inandığı şeylerin bozulmasıdır. Bir “uzlaşma”, kişinin sevmediği bir şeyi yapması değil fakat kötü olduğunu bildiği bir şeyi yapmasıdır. Bir kişinin müzikten hoşlanmadığı halde bir konsere giden eşine refakat etmesi bir  “uzlaşma” değildir, sosyal uyum uğruna, güya dini vecibeler uğruna veya görgüsüz hısımlarına karşı cömertlik uğruna eşinin akıldışı taleplerine teslim olması ise bir “uzlaşmadır.”  Kişinin görüşlerini paylaşmadığı bir işveren için çalışması bir “uzlaşma” değildir; onun fikirlerini paylaşıyormuş gibi yapmak bir “uzlaşmadır.” 

Tüm bu örneklerle öne sürülen gerekçe “uzlaşmanın”   sadece geçici olduğu ve kişini bütünlüğünü gelecekteki bir tarihte tekrar geri alacağıdır. Fakat kişi, eşinin akıl dışılığına teslim olarak ve bu akıl dışılığın büyümesini cesaretlendirerek düzeltemez. Kişi muhalif fikirlerin gelişmesine yardım ederek kendi fikirlerinin zaferini sağlayamaz!! Kişi, işe yaramaz şeyler yazarak edindiği bir hayranına bir edebi başyapıt sunamaz.  Eğer kişi başlangıçta kendi kanaatlerine sadık kalmazsa –kişinin mücadele etmek için cesaretinin olmadığı kötülüğün gücünü artırmaya yardım eden- ihanetler silsilesi  bunu daha sonraki bir tarihte kolaylaştırmaz, sadece imkansız hale getirir.

Ahlaki prensipler üzerinde bir uzlaşma olamaz.  “Gıda ve zehir arasındaki bir uzlaşmada, sadece ölüm kazanabilir. İyi ve kötü arasındaki bir uzlaşmadan faydalanacak sadece kötüdür. “Yaşam uzlaşma gerektirmez mi?”   diye bir dahaki soruşunuzda bu soruyu gerçek anlamına çevirin: Yaşam; doğru ve iyi olanın yanlış ve kötü olana teslim olmasını gerektirmez mi? Yanıt; yaşamın bunu kesin olarak yasakladığıdır – eğer kişi adım adım kendini yok eden işkence dolu yıllar geçirmek istemiyorsa.

                                                                                       (Temmuz 1962)

                                                                                        Bencilliğin Erdemi

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.