Özel Tarifeli Telefon Mesaj Servisleri
Münakalat – Muhaberat Mevzuatı | canakci | Ağustos 24, 2010 at 12:27 pmO sıralarda (yani doksanlı yılların başlarında) telefonunuzla ilgili dökümlü fatura almak, arayanı görmek (CLIP), şehirlerarası, milletlerarasına açmak/kapatmak gibi basit işlemler için bile işi gücü bırakıp telefon başmüdürlüğüne gidip kuyruğa girmeniz, gün boyu ayakta uğraşmanız gerekiyordu.
Çoğu zaman bir şeylerden dolayı işiniz görülemezdi. Yazmanız istenen dilekçeniz için kâğıt kaleminiz yok, ikametgâh kâğıdı, nüfus suretinizi yanınızda getirmemişsiniz, resim lazım. Ertesi gün mesai saatleri içinde yeniden geleceksiniz.
Bir gün böyle bir kuyruktayım, sıra önümdeki yaşlı vatandaşa geldi. Vatandaş ağlamaklı elindeki faturayı uzatıyor;
– Bir yanlışlık olmalı. Sıfır hatası felan?… Burada kaç milyar lira ney yazıyor !!.
Memur hiç bakmadan diyor ki;
– Ben bişey yapamam. Ödiycen, sonra itiraz edicen. Yoksa icrayla birkaç katını ödemek zorunda kalırsın. İtirazdan da bişey çıkmaz zaten.
– Evladım sen ne diyen. Ben bir emekliyim. Kimseyi aradığım bile yok..Bu fatura ney??
– Evde bilgisayar var mı?
– Var oğlanın bitane.
– Tamam işte, seks servislerini aramış!!..
O sıralar telekom tekelimiz yeni bir “hizmet” başlatmış, (şehirlerarası ve milletlerarasına kapalı telefon abonelerine bile) ayrıca dilekçeyle başvurulmasına hiç gerek kalmadan bu mümtaz hizmetini sunmuştu. Hizmetler çok çeşitliydi. Mesela küçük çocuklar için “masal anlatma” servisi, gençler için “seks konuşmaları” bandı. Bu hatlara bağlanınca karşınıza çıkan ses şöyleyse şuna böyleyse buna bas şeklinde bir idareden sonra uzuuun ve zırva bir “teyp bandını” yayınlamakta idi. Bandı dinlemenin faturanıza yansıyan dakikası 5-10 dolar gibi “hönnk” bir fiyatı var.
Hizmetler televizyonlarda reklâm ediliyor. O sıralarda bizim de imzalamış bulunduğumuz “Avrupa Sınırötesi Televizyon Sözleşmesine” göre çocuklara reklâm yapılması yasak ama bu reklâmlar bangır bangır televizyonlarımızda. Televizyon kanallarını en üfürükten sebeplerden her gün kapatan RTÜK’ün umurunda bile değil. Her evdeki meraklı küçüğün evde kimse yokken bu numaralara bağlanıp hikâyenin bir türlü gelmeyen sonunu duymak için saatlerce hatta bağlı kalması işten bile değil. Gençlerin bağlandığı bantlar daha ayrı bir bela… Ama en kötüsü evde bilgisayarı olanlar için kurulmuş.
”Dialer” denilen programlar yükleniyor. Bilgisayarı açtığınızda otomatik olarak numara çevirip bağlanıyor, siz bilgisayarı kapatıncaya kadar da bağlı kalıyor. Program numara çevirme sırasında hoparlörden gelmesi gereken “carrcor” sesini de, ekrana verilen her tür bilgiyi de kapattığı için hattın bağlı olduğu anlaşılamıyor. Fatura geldiğinde de üzerinde sadece ne için olduğu belli olmayan fahiş bir rakam yazıyor. Ancak dilekçe verip dökümlü fatura istemişseniz Seyşel adaları, Zanzibar gibi uzak ve sıcak ülkelerle saatler boyu süren görüşmeler yaptığınızı anlayabiliyorsunuz. Dial-Up dönemi bitip DSL dönemi başlayıncaya kadar vatandaş bu riski sürekli yaşadı.
Bu programlar siz kendi iradenizle tehlike konusu hiçbir yere bağlanmadığınız halde bilgisayarınıza santral yönünden bağlantı kurularak yüklenebilmektedir. Dahası son olarak binalar arasındaki telekom panolarından bağlanan özel yapım küçük “dialer”larla hiçbir bilgisayar ve modem bağlantısı “olmayan” evlerdeki telefon hatlarından da farkına varılamayacak gece saatlerinde otomatik arama yapıldığı yazıldı çizildi.
Faturalardaki giderin yaklaşık yarısı tuzağı kuran farelere, öbür yarısı ise mükâleme (görüşme) ücreti olarak Telekom’a gelir yazmakta idi. Önlenmesi teknik olarak çok kolay olan bu dolandırıcılığı engelleyecek hiçbir gayret sarf edilmedi. Halkı isyan ettiren ve her gün on binlerce vatandaşın canını yakan bu dialer furyası sırasında yetkililer “telefonunuzdan arama yapabilecek kişilerle telefonunuzu yalnız bırakmayın, halkımız dikkat etsin” gibi alay eden nasihatlerde bulundu. “Biz de onları yakalamaya çalışıyoruz” mavraları arasında o yıllar Türk Telekom dünyanın en çok kazanan telekom şirketi haline geldi. Her inişi kalkışı on milyarlarca liraya patlayan ulaştırmanın koccaman özel uçağıyla seçmenlerine konuşma yapmaya giden bakan bunları anlatarak böbürlendi.
Uluslararası ismi Ponzi dalaveresi (Piramit finans) olan bu düzenlemeler hemen her yıl başka bir çehre ile karşımıza çıkmaya devam etmektedir. Bende oluşan kesin kanaate göre halkı bu tür dolandırıcılıklardan korumakla ilgili resmi devlet görevi olan kişiler, sistem çalışıp para akışı sürdükçe onun arkasında olmakta ve zinciri bizzat kollamaktadırlar. Su aktıkça küpünü dolduranlar, bizi koruması kollaması gerekenlerle ya aynı kişilerdir, ya da eleledirler. Para akışı doğal yollardan tökezleyip durma aşamasına geldiğine ise sureti haktan görünüp “halkı koruma ve kollama adına” o zaman devreye girerek müdahale ediyorlar. Dialer furyası da kendi doğal ömrünü tamamlayınca (vatandaş hatlarını kapattırınca ve para kendiliğinden akmaz hale gelince), işte ancak o zaman durdurulabildi…
Aslında hepimiz “varsın devletimiz daha çok kazansın” diyen bir zihniyetle yetiştirildik. Ama insan sormadan edemiyor. Devlet kimdir? Kendisiyle aynı soyadlı 18 kişinin birden işe yerleştirilmesini soran gazeteciyi, “onlar Türk değil mi?” diye pişkinlikle yanıtlayan bakan mı? “Uydu filolarımız olsun istiyoruz” diyen genel müdür mü? Milyarlarca liralık faturanın nedenini soran emekliye “oğlunuz seks servislerini aramış” yanıtını veren memur mu? Bunlardan hangisi devlettir ki?
Türk Telekom tarafından sağlanan “Özel Mesaj Servisleri” özelleştirme sonrasında önemli değişikliklere uğradı. Üç haneli kamu “hizmet” numaraları yeniden düzenlendi. İhbarlar bedava, bilgiler ücretli hale geldi.
Mesela televizyonda izlediğiniz bir reklâmdaki ineğin memelerini çok tahrik edici buldunuz. Hemen telefona sarılıp 178’i çeviriyorsunuz ;
”Alo RTÜK yetiş. Televizyondaki ineğin memeleri çok müstehcen, lütfen hemen yasaklansın”.
Devletiniz sizi mi kıracak? Bu tür konularda sağlanan hizmette sınır yok. Hem sansür kuruluşları böylelikle kendi fildişi kulelerinde halktan kopuk olarak yaşamamış, arkasında bir halk desteğini “kendin pişir kendin ye” usulüyle de olsa sağlayabilmiş oluyor.
Öte yandan diyelim yol kenarında sahilde oturmakta iken başınıza bir iş geldi. Alo Polis 155’i mi, Alo Jandarma 156’yı mı, alo sahil güvenlik 158’i mi, alo karayolu 159’u mu arayacaksınız, yoksa hangisini arayacağınızı alo emniyet danışma 174’e mi danışacaksınız bu bir muammadır. Eğer başvurunuz bu kurumlardan herhangi birinin bizzat doğrudan sorumlu olduğu bir olaydan kaynaklanmakta ise o zaman durumunuz daha da vahim oluyor. Çünkü kamu kurumları daima haklıdır ve en doğruyu bilir ve yaparlar. Bu arada (siz hangisini arayacağınızı bulmaya çalışırken) ölenleri bildirmek için Alo Cenaze 188’i veya hangi telefon hizmetiniz bana uygundur diye danışmak için 444 1 444’ü de arayabilirsiniz.
Tabii bu başvurduklarınızdan herhangi birisi size “”bu konu benim dukalığımı ilgilendirmiyor sen git başka kapıya” nasihati de verebilir…. Maalesef bizde “911” gibi kolay ezberlenir ve her derde deva bir acil durum irtibat numarası henüz yok. Olabilmesi de çok güç. Çünkü bunun olabilmesi için işlerin birbirinden bağımsız dukalıklar yerine otomatik olarak koordine edilebilen gerçek hizmet merkezlerine dağıtılmış olması gerekir ve o durum da bizim Osmanlıdan beri gelen devlet düzenimize tamamen ters.(Operatör olarak başbakanı oturtabilirseniz, belki o zaman 911 olabilir. Yoksa hiçbir dukalık kendi komutanı dışındaki bir 911 emrine biat etmez)
Telekom hizmetleri bir kısım aletler ve insanlarla veriliyor. Aletleri fişe takıyorsunuz, aletler normal çalıştıkları sürece hizmet “otomatikman” verilmiş oluyor. Bütün telekom şirketleri bu aletleri uluslararası piyasadan benzer fiyatlarla alıyorlar. Personele de aynı ücretler ödense maliyetleri aynı olur. Oysa bizde personel ücretleri çok düşük, aletler ise zaten bizim paramızla alınmış bizim kendi milli öz varlığımız. O halde bizim yurtdışındaki emsallerine göre en az on kat belki de yüz kat daha ucuz hizmet almamız gerek. Öyle değil mi?? Ne gezer? Tam tersi.
Kamu tekeli daima hizmetin en kötüsünü 10-20 kat daha yüksek bedelle veriyor. Çok kötü işletildiği için paraları sürekli çarçur ediyor, ama tüketici onun yönetimine hiç asla karışamıyor. Hizmet mecburen ve sürekli olarak sadece ondan alınacak, çünkü o kendi pazarında rakipsiz bir devlet tekelidir. Halk, yani şirketin hem esas sahibi, hem de zorunlu müşterisi durumunda olan insanlar bu duruma daha ne kadar tahammül edebilirler.
A.B.D. ile Avrupa’yı karşılaştırdığınızda telekom sektöründeki hizmet kalitesi ve maliyeti bakımından neredeyse iki kat bir fark olduğunu görürsünüz. Bunun nedeni telekomun büyük kısmının A.B.D.’de daha en baştan beri özel sektörde oluşu, Avrupa’da ise daha ancak yakın tarihlerde özelleştirmelere gidilmiş olmasıdır.
Türkiye pazarında da tabii sonunda (2005) kısmen de olsa bazı özelleştirmeler yapılabildi, fiyatlar ve hizmet kalitesinde küçük de olsa iyileşmeler var. Ama sektörde devletin bunaltıcı ağırlığı ve özel girişim imkânlarını yok eden imtiyazların kötüye kullanılması sorunu 2009 itibariyle hala büyük ölçüde sürmektedir. Telekom sektöründe tekelci kamu kuruluşlarının ağırlıklı konumda bulunması sadece hizmetlerin daha verimsiz, kalitesiz ve pahalı olmasına değil aynı zamanda rejimin otoriter unsurlarına destek vererek çok genel anlamda bireysel hak ve özgürlükler ve insani gelişmişlik bakımından da ülkenin geriye gitmesine yol açan bir şey.
Osmanlı için “Onun atının bastığı yerde çim bitmez” denmiştir. Bugün de gerek iktisadi teşekkül olarak, gerekse düzenleme denetleme olarak devletin ağırlığını koyduğu sektörlerde gelişmenin neredeyse durduğunu ve o sektörün çağa ayak uyduramaz hale geldiğini görmekteyiz.