Varlık Vergisi Faciası

Tarihte Neler Oldu | | Kasım 13, 2011 at 2:44 pm

Şükrü Saraçoğlu Hükümeti tarafından 9 Kasım 1942’de TBMM’ye sevkedilen “Varlık Vergisi” isimli yasa, 11 Kasım’da Genel Kurul’da kabul edildi ve bundan tam 69 yıl önce bugün 12 Kasım 1942’de Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Bu yasa sanki mülk ve işyeri sahibi tüm vatandaşlar için ve türkiyenin ikinci dünya savaşına katılması halinde gerekecek savunma giderlerini karşılamak üzere düşünülmüş gibi görünmekle beraber esas olarak ülkedeki gayrimüslim azınlıkların ekonomik gücünü yok etmeyi hedeflemekte idi. Sonuç itibariyle bu konuda başarıya ulaştığı da kesinlikle söylenebilir. Ama, bu arada türk ulusal sanayii bir 50 sene kadar geriye gitmiş, pek çok işyeri kapanmış, ulusal sermaye dünyanın değişik ülkelerine kaçmış, pek çok müslüman ve türk de işsiz kalmıştır.

Müslüman türk iş sahipleri için %5 gibi ödenebilecek miktarda olan meblağlar Ermeni vatandaşlar için %232 gibi ödenebilmesi imkansız bir boyuta varmakta idi.


Müslüman türk iş sahipleri için %5 gibi ödenebilecek miktarda olan meblağlar Ermeni vatandaşlar için %232 gibi ödenebilmesi imkansız bir boyuta varmakta idi. Nitekim 30 gün içinde ödenmesi istenen bu meblağları temin edemeyen çok sayıda gayrimüslimin malları ellerinden alındı, kendileri çalışma kamplarına gönderildiler. Bu bir bakıma sovyetlerin de nazilerin de kendi azınlıklarına karşı uyguladıklarından çok daha vahşi bir uygulama idi ve ülkenin kendi devleti tarafından kendi gayrimüslim vatandaşlarına reva görülmüştü.

Varlık vergisini ödeyemeyen 160 kişi sürgün edildi. Resmi rakamlara göre 1400 kişi Aşkale’ye yollandı. Oradaki zorunlu çalışma kamplarında taş kırdırılıp yol yaptırıldı. Yüzlerce gayrimüslim vatandaşımızın ülkeden göç etmesine, ve daha sonra da 6-7 Eylül olaylarının yaşanmasına neden olan bu uygulama aslında temeli İttihat ve Terakki döneminde atılan ‘Sermayenin Türkleştirilmesi projesinin’ bir parçasıydı. Keyfi olarak ve akıl mantık sınırlarını aşan miktarlarda belirlenen bu vergiler sayesinde devlet kısa sürede 324 milyon lira ($390 milyon) toplayabildi. Ancak bu eylemin toplum psikolojisi ve ekonomi üzerindeki – taa bu günlere kadar süren – kalıcı etkileri müthiş oldu.

Varlıklı gayrimüslüm vatandaşlar aniden
devlete ödeyemeyecekleri kadar borçlu hale getirildiler.

İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1939 tarihinden, 1945 yılına kadarki dönemde Türkiye filli olarak savaşa girmemiştir. Ancak her an savaşa hazır bir durumda bulunmak üzere askeri harcamalar arttırılmış ve ekonomi bu yüzden gerilemiştir. Avrupa’da savaş başladığı sırada, hükümet bir milyon genci silah altına almış bu da sanayi ve hizmet sektöründe işgücü kaybı, üretim ve verimliliğin düşmesine yol açmıştır. Arz-Talep dengesi bozulmuş ve savaş yıllarında mal kıtlıkları yaygın hale gelmiştir. Bu da çok sayıda üretici ve aracının karaborsa yoluyla hızla zenginleşmesine sebebiyet vermiştir. Ayrıca, Almanya ile yapılmış olan “Kliring Anlaşmaları” ile Türk dış ticareti büyük ölçüde Almanya’ya bağlanmış, ekonomik olan bu bağımlılık, hem dış hemde iç politikamızı etkilemiştir. Bu sebeplerle Türkiye, İkinci Dünya Savaşı yıllarını tutarzsızlıklarla dolu  iç ve dış politikalar ile geçirmiş bu bakımdan savaşı yılları Türkiye’de etkilerini günümüze kadar sürdüren  gelişmelere yol açmıştır.
1938’den sonra bürokrat zihniyetli küçük bir grup iktidarı ele geçirmiş ve memleketteki bütün faaliyetleri kendi kontürolüne alarak ekonomide devlet müdahalesini yoğunlaştırmıştır. Bunun bir sonucu olarak, II.Dünya Savaşı başlayınca, 26 Ocak 1940’ta Hükümet’e olağanüstü koşullar karşısında ulusal ekonomi ve savunmayı ilgilendiren konularda geniş yetkiler veren, ekonomiyi her an girilmesi mümkün olan savaşın koşullarına uydurmak amacı güden “Milli Koruma Kanunu” T.B.M.M’de kabul edilmiştir.

Harp zenginleri genelikle hükümete yakın hatta hükümetin içindeki kişilerden çıkmasına karşın Milli Korunma Kanunu ile devlete vatandaşın deposundaki istediği malı gasp etme yetkisi verilmekte idi.


Ekonomik hayata son derece müdahaleci bir nitelik taşıyan bu kanuna göre, hükümet üretimde, ticarette, fiyatlarda ve iş hayatında devlet kontrolünü arttırıyordu. Kanun maddeleri, zenginler, iş verenler, büyük toprak sahipleri lehine olumlu, işçiler, köylüler, Türkiye halkının büyük çoğunluğunu oluşturan küçük çiftçiler kısacası halk aleyhine olacak tarzda olumsuz bir surette uygulandı. Bu  yanlış politika neticesinde de yukarıda sözünü  ettiğimiz “ savaş vurguncuları” olan bir zümre ortaya çıktı. Bunlar, İstanbul’da ve Ankara’da önemli miktarlarda gayrimenkul edindiler. Darlığı çekilen tüketim maddelerini  el altından piyasaya yüksek fiyatla süren bu aracı tüccarlar gittikçe zenginleştiler. Yokluk zamanlarında ölçüsüzce harcamaları betimleyen “Hacı Ağa” deyimi de bu dönemde ortaya çıktı. Savaşın üçüncü yılı olan 1942’ye gelindiğinde, ülkede karaborsa ve stokçuluk dingilenemez bir duruma gelmişti.Toprak ağaları ve ticaret burjuvazisi içinde yer alan bürokratlar ve memurlarda savaş zengini oldular. Kanunun uygulanması ile orataya çıkan bu durumu Yakup Kadri Karaosmanoğlu hatıralarında şöyle anlatmaktadır: “ Zeytinyağı piyasasını tekeline alan bakan mı istersiniz, karaborsacıları koruyan vali, genel müdür ve saire mi istersiniz, o devirde bunların her köşe başında size sırıttıklarını görebilirdiniz…Etraf ise, bunların işbirlikçileri olan “sırtlarını devlet nüfuzuna  yada nüfuzlu politikacılara dayayarak halkı haraca kesen , tekelcilerden, karaborsacılardan geçilmiyordu.” Neticede bu durumun faturasını yoksul Anadolu insanı ve Türkiye halkının tamamı ödemek zorunda kalıyor ve yokluk içerisinde yaşıyordu. Önce Ankara’da sonra İstanbul’da ekmek karneye bağlandı. Un, şeker gibi temel gıda maddeleri hiç bulunamaz oldu.

Ülke savaşta olmadığı halde vatandaş ekmeği karne ile alabilmekte idi.

Aynı dönemde Avrupa’da kamu ve özel sektör dayanışma ve uyum içindeyken, Türkiye’de bu durum tam tersi bir duruma gelmiş, özel sektörle devlet arasında bir güç gösterisi başlamıştır. Savaş koşulları sebebiyle ordu ihtiyaçları için büyük harcamalar gerektiğinden  hükümet, birtakım olağanüstü vergilerle, kendisinin ortaya çıkardığı egemen sınıflara hücuma geçmiştir. Milli Koruma Kanununun bir sonucu olarak özellikle fiyat düzenine yapılan müdahalelerle ortaya çıkan savaş zengini zümreye karşı, 1942’de “Devletçilik” politikası gereğince, 11 Kasım 1942‘de “Varlık Vergisi” kanunu çıkarılmıştır. Kanun bir defaya mahsus olmak üzere, olağanüstü ekonomik ve mali koşullar sebebiyle çıkarılmıştır. Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na göre bu yasa ile enflasyonla mücadele edilecek, savaş yıllarında çok para kazanmış olanlardan vergi alınacak ve bu şekilde devlet gelirleri arttırılacaktı.
Oysa basına kapalı olarak yapılan C.H.P grup toplantısında Başbakan Şükrü Saraçoğlu’nun vurguladığı gerekçeler çok farklıydı. Buradaki konuşmasında Saraçoğlu:

“Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını Türklerin eline vereceğiz. Bu memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”

Demekteydi.

Maliye Bakanlığı yapılacak cetvellerde müslümanların M, gayrımüslimlerin G, dönmelerin D harfiyle işaretlenmesini talep etti.


Zengin çiftçi, ticaret ve sanayi burjuvazisine konan bu vergide kapsam oldukça geniş tutuldu. Kanunla her il ve ilçe merkezinde kimin ne kadar vergi ödeyeceğini belirleyecek, “Servet Tespit” komisyonları kuruldu. Komisyon kararlarına karşı itiraz ve temyiz yolları kapatıldı. Verginin ödemesi tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde yapılacak, vergiyi ödemeyenlerin malları haczedilerek icra yoluyla satılacak, buna rağmen borcunu ödemeyen mükellefler borçlarını “bedenen çalışarak”  ödemeleri için çalışma kamplarına gönderilecekti.

Yasanın uygulayıcılarından olan Faik Ökte’nin anılarında anlattığına göre, Maliye Bakanlığı savaş dolayısıyla fevkalade kazanç elde ettiği iddia edilen kimselerin cetvelinin yapılarak müslümanların M, gayrımüslimlerin G, dönmelerin D harfiyle işaretlenmesini talep etti. İstanbul’da kurulan üç komisyon tahakkuk eden vergi listelerini 18 Aralık 1942’de açıkladı. Tahakkuk eden vergiler 3877’si yabancı yani azınlıklardan olmak üzere 114 bin kişiye, yüklenmişti. 27 Ocak ile 3 Temmuz 1943 arasında, tümü gayrımüslimlerden oluşan toplam 1229 kişi çalışmak üzere Erzurum Aşkale’ye yollandı. Ancak içten ve dıştan gelen tepki ve baskılar sebebiyle Hükümet 1943 yılında kanunun uygulamasını durdurarak, tahsil edilmemiş olan Varlık Vergisi borçlarının silinmesine karar verdi. Aralık ayının ilk günlerinde Aşkale ve Sivrihisar’a sürgün edilenler yaklaşık on aylık esaretten sonra evlerine gönderildi.


“Varlık Vergisi” tahakkuk ettirilen miktarların şekli, itiraz hakkı tanınmaması ve vergi genelliği ilkesine aykırı düştüğü için tümüyle hukuk dışı bir vergiydi. Ve daha çok azınlıklara yüklenmesi sebebiyle ciddi bir ayrımcılık boyutu vardı.  Sonuç olarak, Cumhuriyet tarihinin tartışılan yasaları içerisinde yer alan Varlık Vergisi Kanunu, Milli Korunma Kanunu ve Toprak Mahsülleri Vergisi Kanunu’yla birlikte, Türkiye halkının büyük bir bölümünün CHP iktidarından soğumasına yol açmış, D.P’yi hazırlayan etkenlerden biri olmuştur. Ayrıca Türkiye’de ekonomik, sosyolojik ve nüfus açısından da değişimlere yol açmıştır. Varlık Vergisi bazılarınca ,verginin  baş uygulayıcılarından  Faik Ökte’ye göre “ Cumhuriyet mali tarihinin yüz kızartan bir sahifesi” olarak nitelenirken, bazıları da devlet aracaılığı ile  milyonlar kazanan savaş vurguncuları ve azınlıkları hedef olamasından dolayı vergiyi savunmuşlardır.

Ticaret, finans, ve endüstri sektörlerinde önemli mevki sahibi insanların zorla sürüldükleri çalışma kamplarında 21 kişi öldü. Ani vergi artışı tüm sektörlerde tüm ürünlerin fiyatlarında ani ve daha yüksek oranlı fiyat ve maliyet artışlarına neden olduğu için devletin topladığı vergi, sonuçta neden olduğu fiyat artışları karşısında eridi gitti. Hükümetin beklediği kazanç tam tersine döndü ve esas olarak tüm dar gelirli vatandaşları vurdu. Vurgunu yiyen müslüman vatandaş gayrimüslümleri sorumlu sanarak onlara karşı daha fazla bilendi. 6-7 eylül 1955 olaylarına ve nihayet tüm gayrimüslüm vatandaşların ülkeden yok olup gitmelerine zemin hazırlandı.

.
Bunları gerçekleştiren tek parti(CHP) iktidarı her kesim insandan yurt içinden ve yurt dışından şiddetli eleştiri aldı. Birbuçuk yıl kadar sonra (15 Mart 1944) yasanın resmen yürürlükten kaldırılmasına rağmen tek parti hükümetine olan eleştiriler hiç durmadı. Çok partili rejime geçilerek alternatif bir parti (DP) kuruldu(1946) ve ondan sonraki ilk gerçek genel seçimde(1950) CHP hükümetini devirerek iktidarı ele geçirdi. O günden bu yana kurulan 50’ye yakın hükümetin hiçbirinde CHP bir daha çoğunluk iktidarı olarak yer alamamıştır.

Devlet, gayrimüslimleri askerlik adı altında çalışma kamplarında toplayıp, bir taraftan onları tehlike olmaktan çıkarıp kontrol altına almayı hedeflerken, diğer yandan işyerlerini ve evlerini gasp ederek buralara Müslüman Türkleri yerleştirmeyi düşünüyordu.

Kendilerinden istenilen yüksek meblağları bulabilmek için gayrimüslimler kıymetli ev eşyalarını kısa sürede yok bahasına elden çıkartmaya çalışmışlardı.


Almanların 1941’de Balkanlara doğru ilerlemesi üzerine İstanbul ve Trakya’daki 1896-1916 doğumlu, 25-45 yaş arasındaki gayrimüslim erkekler mayıs ayından itibaren tebligat yapılmadan bulundukları yerlerden toplanarak 20 sınıf olmak üzere askere alındılar ve Davutpaşa Kışlası’na sevk edildiler. Bu askerler önce İç Anadolu’da Afyonkarahisar, Sivas ve Yozgat’taki kamplarda toplandılar, daha sonra buradan dağıtıma tabi tutuldular.

Halkın “Gâvur askeri”, devletin “Beşinci kol” dediği gayrimüslimlere silah verilmiyor, normal asker üniforması giydirilmiyordu. Başlarında genellikle silahlı Kürt muhafızların bulunduğu bu insanlar kötü muameleye maruz kalıyor, demiryolları, bayındırlık ve yol yapımı işlerinde çalıştırılıyorlardı. Temizlik ve beslenme koşullarının yetersizliği sonucu kamplarda ölümler artmaya başlamıştı.. Bu şekilde meydana getirilen işçi birlikleri, 1.Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı sırasında oluşturulan Amele Taburlarına benziyordu. Gayrimüslimlerde korku yaratan bu uygulama 1942 yılı temmuz ayına kadar devam etti. Dört yıl gibi bir süre çalıştırılanlar oldu.. 1942 yılı ilkbaharında Başbakan Refik Saydam, Yahudilerin devlet kurumlarındaki görevlerine son verdi.

15 Mayıs 1916’da Suriye çöllerinde bir deve ahırında hayata merhaba diyen ve bu hayatı doğruluğa ve ilkeli olmaya adayan marangoz ustası Sarkiz Çerkezyan, Belge Yayınları’ndan çıkan “Dünya Hepimize Yeter” isimli anı kitabında o günleri şöyle anlatıyor. “Askere gittiğim ilk bir ay sadece kuru toprağın üzerinde yattım. Yatak, battaniye, yastık hiçbir şey yoktu. Bayağı toprak. Allahtan yaz aylarıydı. Gece kuru toprağın üstünde yatarsın, çakıl batar uyuyamazsın.”, “Tren yolu hatlarının kenarında, çoğu zaman hiçbir amacı olmaksızın, sadece bizi çalıştırmak amacıyla, bir yerleri kazdırır, çıkan toprak, çakıl başka bir çukura doldurtulurdu. Yalnız bizdik bu görevi yapan: Ermeni, Rum ve Yahudi erkekleri.”

20 sınıf içinde eczacı, mühendis, kimyager gibi meslek sahipleri ve fikir adamları bulunmaktaydı.Çerkezyan, Robert Kolej mezunu, yüksek mühendis Armanak Kalaycıyan ile ilgili olarak şunları anlatıyor. “Armanak Kalaycıyan da bizimle beraber kazma- kürek işlerinde çalıştırılırdı; eline el arabasını verirler, toprağı doldururuz, alır götürür, biraz ileriye döker, geri gelir… Bu güzergâh üzerinde Malatyalı muhafızlar ellerinde sopalarla dururlar, Kalaycıyan’ın her gidiş gelişinde, biraz da mühendis olduğu için, küfrederek sırtına sopalarla vururlardı. Bu her gün akşama kadar tekrarlanan sıradan bir olaydı.”, “Daha sonra genç denebilecek bir yaşta kalpten öldü.”

Askerlik hizmeti adı altında Ermeni, Rum ve Yahudi erkekleri toplumdan izole edildi, kontrol altında tutmayla yetinilmeyip eziyet edilerek ücretsiz ve kötü şartlarda çalıştırıldı.. Sonuçta birçok insan hastalık ve sıtmadan öldü ya da Fırat’ta boğuldu.

Not: Yazı ve resimler büyük ölçüde Dünya Bülteni ve Wikipedia sitelerinden alıntıdır.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.