Sülüklerden kurtulmak mümkün mü? Parazitizm ve doğadaki yeri üzerine bir deneme
Zeitgeist / Denemeler | Tanıl Ünlü | Ocak 7, 2012 at 6:25 pmAşağıdaki yazının daha iyi değerlendirilebilmesi için, öncelikle Sülük adlı hikayenin okunmasını öneriyoruz:
Sülüklere fazla kan kaybetmememiz ve onları semirtmememiz mümkün mü? Emin değilim. Birlikte düşünelim.
Doğada yanlış hatırlamıyorsam birkaç çeşit, sınırları da birbirinin içine giren birlikte (simbiyotik) yaşama şekli var:
Mutualizmde her iki canlı da fayda elde eder. (Arıların çiçeklerden besin maddeleri elde ederken, onların polenlerini çevreye yaymaları veya insan barsaklarında yaşayan bakterilen sindirime yardımcı olmaları gibi)
Komensalizm de bir canlı fayda elde ederken, diğerinin bir zararı yok. (Hint kaplanını takip eden ve onun artıklarıyla beslenen altın çakal gibi).
Parazitizm ise bir canlının, diğeri aleyhine fayda elde etmesi. Diğerinin sırtından beslenmesi, sömürmesi.
Şimdi. Kommensalizm ve mutualizmde bir sorun yok. Ama ya parazitim? Bir canlının diğerine zarar vererek kendine fayda sağlaması, normalde böyle bir düzen sonsuza kadar süremeleli diye bekleriz, değil mi?
Sömürülen açısından sürdürülemez bir durum söz konusu.Ya bir yerde uyanıp, kendisine zarar veren bu durumu engelleyecek. Veya zarar öyle bir noktaya varacak ki, kendisi artık daha fazla hayatta kalamayacak. Bu ise, sıklıkla parazitin de sonunu getireceği için, her iki taraf için de istenmeyen senaryo.
Her halükarda, aklın yolu ortak yaşamın mutualizme dayanması, parazitizmin ise, çok nadir bir istisna olması.
Oysa gerek doğada, gerek insan toplumsal yaşamında kazın ayağı hiç de öyle değil.
Bu garip dengeler üzerine kurulu, iki uçta da son bulan sömürü düzeni, yani parazitim yaşamın temel bileşeni!!!
Doğadaki canlı türlerine baktığımızda, yarısından fazlasının parazit olduğunu görüyoruz.
Eğer tüm parazitleri ortadan kaldıracak olsaydık, yeryüzündeki canlı türlerinin en az yarısı ortadan kalkardı. Parazitler, milyar yıllık canlı evrimi içinde özel bir yere sahip. Evrimi şekillendirmişler.
Eğer parazitlik, bizim insan zekamızla belirlediğimiz kadar kötü bir şey olsaydı, sonsuza kadar devam edemezdi. Oysa milyar yıldır devam ediyor. Birlikte evrimleşiyor. Asla engellenemediği gibi, yeryüzü yaşamı dediğimiz şeyin temelini, %50’den fazlasını oluşturduğuna göre, aslını oluşturuyor.
Kaldı ki, parazit olarak adlandırılan bu % 50’den fazla canlı türü, bitkileri yiyen ve onların güneş enerjisinden elde ettiği enerjiyi sömüren otçul hayvanları ve balıkları, takiben de onları yiyen etoburları içermiyor.
Eğer güneş enerjisinin biyolojik enerjiye çevrildiği fotosentez süreci dışındaki tüm süreçleri, gerçek bir enerji üretimi olarak tanımlamasaydık, canlıların çok küçük bir yüzdesi dışında hemen hepsini parazit olarak tanımlayabilirdik.
Her halükarda parazitler ezici çoğunluğu oluşturuyor. Eğer tüm canlıların birer oy hakkı olsaydı ve demokrasiyle kararlar alınıyor olsaydı, yeryüzündeki tüm kararlar parazitlerin istediği şekilde verilecekti. Belki de onlar, adı artık ne konulacaksa o şekilde bir sülük hakları sözleşmesini tüm canlılara demokratik bir zorunluluk olarak imzalatacaklar, yeryüzü sülüklerin haklarının yasalarla korunduğu bir yeryüzü haline gelecekti. (Ah demokrasi nelere kadir).
Peki neden canlı türleri parazitik yaşama tarzına karşı topyekün savaşa kalkışmıyor? Öyle değil mi, kaynak onlarda, üretimi onlar gerçekleştiriyorlar, üreticiler toplu halde asalakları neden boğamadılar son birkaç milyar yılda.
Milyar yılda, evet, parazitlerin yeryüzünde bir milyar yılı aşkın bir zaman önce varoldukları biliniyor.
Eğer gerçekten istemiş olsalar, yok edebilirlerdi şüphesiz.
Belki de biyolojik dünya, aslında bizim o aptal sömürü kavramımızı hiç mi hiç bizim yorumladığımız gibi görmüyor.
Enerji üreten canlılar, enerjilerinin sadece makul bir oranını parazitlerle uğraşmaya ayırırıyor. Onun yerine, kendileri için daha fazla enerji üretmeye programlanmış gibiler.
Evet, sanki asalaklarımıza tahammül etmeye, onlarla birlikte varolmaya programlanmış gibiyiz. Evrimsel ve zihinsel şartlandırmamız bu yönde. Bu yüzden bu kısır döngüden gerçek bir kaçışımız yok.
Hatta eğer bu sömürüden kurtulmaya fazla kafayı takarsak, yeryüzü gerçeği ve zihinsel şartlandırmalar (“sakın sülüğünden kurtulma, böyle yazarmış tüm bilgelik dolu kitaplarda”) tepemize iniverir.