Objektivizm ve Ahlak

Sözlük | | Mart 18, 2012 at 11:26 am

Objektivizm,temelini gerçeklik olgusundan alan, amacı insanın ve içinde yaşadığımız dünyanın doğasını tanımlamak olan dünyada yaşamanın bir felsefesidir

Gerçeklik vardır, nesneldir ve bilinçten ayrı bir şeydir. Tüm bilgilerimiz güvenilir bir biçimde gözlediğimiz nesne ve olaylara dayandırılabilir. O yüzden objektivist sanatta ve edebiyatta vurgu duygu ve düşüncelerden çok nesneler üzerinde olur.

İnsan,.. en asil eylemi üretkenlikteki başarısı, sahip olduğu tek kesinlik aklı ve hayatının en ahlaki gayesi kendi mutluluğu olan cesur bir yaratıktır. İnsanın bilgi ve değerleri objektiftir. Vardır. Sahip olunan düşüncelerin ürünü olmayıp, insanların zihinleri tarafından keşfedilmek üzere gerçekliğin doğasınca belirlenirler.

(Bu felsefenin objektivizm olarak adlandırılması varoluşun öncüllüğüne dayanmasından kaynaklanmaktadır. Varoluşçuluk adı daha önce başka bir şeye verilmemiş olsa idi belki bu felsefenin adı olabilirdi)

Büyük yaratıcılar, sanatçılar, bilim adamları, mucitler, çağlarının insanlarına karşı hep tek başına durmuşlardır. Yeni çıkan her şeye engel olunmaya çalışılmış, kınanmış, lanetlenmiştir. Ama ödünç almadıkları vizyonlarına sahip çıkanlar yollarına devam etmiş, mücadele etmiş, acı çekmiş, ama sonunda kazanmışlardır.

Mesele yaratılan şeydedir, kullananda, ondan yarar sağlayanda değil. Yaratan kendi gerçeğini her şeyden üstün tutmuştur. O insanın vizyonu, gücü ve cesareti kendi ruhundan gelmektedir. Bir insanın ruhu kendi benliğidir. Bilinci dediğimiz kimliğidir. Düşünmesi hissetmesi, yargılaması, eyleme geçmesi hep kendi egosunun fonksiyonlarıdır.

Yaratıcılar benliksiz değildirler. Güçlerinin bütün sırrı da budur. O gücün kendine yeterli olması, kendiliğinden motive olup harekete geçmesi kendi kendini yaratması… Bu ilk amaç, bir enerji bir hayat gücü, bir başlatıcı. (Hayatın Kaynağı) Yaratıcılar hiçbir şeye ve hiç kimseye hizmet etmemişlerdir. Kendileri için yaşamışlardır. İnsanlığın şeref tacı olan şeyleri kendileri için yaşamakla başarmışlardır.

Kolektif beyin diye bir şey yoktur. Bir grup insanın vardığı anlaşma bir ödün verme sürecidir. Bireysel düşüncelerin ortalamasıdır. Bu ikincil eylem niteliğini taşır. Birincil eylem ise mantık süreci – yani herkesin tek başına yapması gereken bir şeydir. Yemek tek başına yapılır ama kolektif bir midede öğütülemez. Vücudun ve ruhun işlevleri bireysel ve özeldir. Paylaşılamaz, devredilemez.

Objektivist estetiğin yürütülüş biçimi


Bu dünyada insan ihtiyacı olarak her şeyi üretmek zorunda kalmıştır. İnsan ya bağımsız çalışmalarıyla yaşamak, ya da başkalarının zihninden beslenen bir asalak olarak yaşamak seçimini yapmak zorundadır.
Yaratıcı başlatır. Asalak ödünç alır.
Yaratıcı doğa karşısında ayakları üzerine dikilir. Asalak aracıyı kullanır.
Yaratıcının derdi doğayı fethetmektir asalağın derdi insanları fethetmektir.
Yaratıcı kendi için yaşar. En önemli amacı kendi içindedir. Asalak elden düşme yaşar. Başkalarına ihtiyacı vardır. Başkaları onun baş amacı haline gelir.

Yaratıcının temel ihtiyacı bağımsızlıktır. Mantık yürüten bir zihin. İnsanlarla olan ilişkiler ikinci plandadır. Elden düşmeci insan ilişkilerini birinci sıraya koyar. Kendini feda etmekten, hizmetten söz eder.

Hiç kimse başkaları için yaşayamaz. Vücudunu paylaşamadığı gibi ruhunu da paylaşamaz. Başkaları için yaşamaya kalkan kişi bağımlıdır. Kendisi asalaktır ve hizmet ettiklerini asalak haline getirir. Bu ilişkiden birlikte yozlaşmak doğar. İnsanlara en büyük sevabın başarmak değil, vermek olduğu öğretilmiştir. Ama yaratma olmadan hiçbir şey verilemez. İnsanlara, ilk görevlerinin başkalarının acılarını dindirmek olduğu öğretilmiştir. Kişi sevapkâr olabilmek için başkalarının acılarını ister duruma düşmektedir.

İnsana başkalarıyla aynı düşüncede olmanın sevapkâr olduğu öğretilmiştir. Yaratıcı farklı düşünür. İnsanlara akıntı ile birlikte yüzmenin iyi olduğu söylenir oysa yaratıcı akıntıya ters yüzendir. İnsanlara bir arada durmanın sevap olduğu söylenir ama yaratıcı tek başına ayakta durandır. İnsana egonun kötülük olduğu söylenmiştir sevabın ideali benliksizliktir.

İnsanlar iki kutup olarak bencillik ve hayırseverlik sunulmuştur. Bencillik başkalarını kendi uğruma feda etmek olarak tanımlanmıştır. Hayırseverlik ise kendilerini başkalarına feda etmektir denilir. Her iki durumda da insan başkalarına bağlanmıştır. Ya acı çekecektir ya çektirecektir. Ama mutlaka acı… Bir de acı çekmenin zevk alması öğretilince tuzak iyice kapanır.

Seçenekler bağımsızlıkla bağımlılık arasındadır. Yani yaratıcının ve elden düşmecinin kuralı. Bu bir ölüm kalım sorunudur. Yaratıcının kuralı insanlığın var olmasını sağlayan mantıklı zihin ihtiyaçları üzerine kurulmuştur. Elden düşmecinin kuralıysa sağ kalmayı beceremeyecek insanların kuralıdır.

İnsanın ilk görevi kendine karşıdır. Birinci amacını asla başka kimselere bağlamamaktır. Ahlaki sorumluluğu da istediğini yapmaktır yeter ki istediği şey diğer insanlara birinci derecede bağımlı bir şey olmasın.

Tarih boyunca yaratıcı ve elden düşmeci hep karşı karşıya gelmiştir. Yaratıcı tekerleği icat ettiğinde elden düşmeci karşı gelmiş ve hayırseverliği icat etmiştir. Yaratıcı her türlü güçlüğe karşın yoluna devam etmiştir. Elden düşmeci de sürekli engeller yaratmıştır. Birey kolektife karşı, topluluğa karşıdır.

Bir insanın diğer bir insan için yapabileceği en iyi şey onun üzerinden elini çekmektir.

Ben bugün buraya hayatımın tek bir dakikası üzerinde hiç kimsenin hakkı olmadığını söylemeye geldim. Enerjimin de. Başkaları için yaşamayan bir insan olduğumu söylemeye geldim. Bunun söylenmesi gerekiyordu. Dünya bir fedakarlık alemi içinde yok oluyor.

İnsanların bir tek sorumluluğu var: özgürlüklere saygı göstermek, köle toplumuna katılmamak. Eğer ülkem artık var olmayacaksa yeni gelen düzende çalışmamak ülkeme olan sadakatimdir. Yaratıcıların işkence, inkar çaresizlik, sömürü ile geçirmek zorunda kaldıkları her saata sadakatimdir. Dünyaya gelen, yaşayan, mücadele eden, başaramamış olarak ölen tüm yaratıcılara sadakatimdir.

Size hep asker doğduğunuz ve varlığınızı kolektif varlığa armağan etmeniz gerektiği söylendi. Tüccar ve savaşçı tarih boyunca birbirine taban tabana zıt kimliklerdir. Savaş alanlarında ticaret gelişmez, fabrikalar üretim yapmaz. Yıkıntılar altında kar artmaz. Kapitalizm bir tüccarlar toplumudur ve bu nedenle kapitalizm, ticareti “bencil”, fethetmeyi ise “soylu” gören her silahlı haydut tarafından eleştirilir.

Kolektif beyin diye bir şey yoktur. Kolektif düşünce diye bir şey de yoktur. Bir grup insanın vardığı anlaşma, ya bir uzlaşma, ödün verme sürecidir, ya da birçok bireysel düşüncelerin bir ortalamasıdır. İkincil önem taşıyan bir şeydir. Birincil eylem.. yani mantık yürütme süreci… bir tek kişinin tek başına yapması gereken bir şeydir. Yemekleri bir sürü insana paylaştırabiliriz. Ama kolektif bir midede sindiremeyiz. Hiç kimse kendi ciğerlerini, başkasının yerine solumak için kullanamaz. Hiç kimse kendi beynini, başka birinin yerine düşünmek için de kullanamaz. Vücudun ve ruhun bütün işlevleri bireysel ve özeldir. Paylaşılamazlar ve devredilemezler.”

Günümüz manevi kriz günü. Evet, sizler kötülüğünüzden ötürü cezalandırılıyorsunuz. Ama bu sefer yargılanan, insan değil, suçu üstlenecek olan da insan yapısı değil. Bu sefer sonu gelen, sizin manevi kodunuz. Manevi kodunuz varabileceği doruğu aştı, yolun sonundaki karanlık çıkmaza vardı. Eğer yaşamayı sürdürmek istiyorsanız, ahlaka geri dönmeniz gerek…. siz ahlakı hiçbir zaman tanımadınız, ama şimdi onu keşfetmek zorundasınız.

“Siz ahlaki kavramları hiç duymadınız, yalnızca mistik, ya da sosyal kavramları dinlediniz. Size ahlakın, keyfi olarak empoze edilen bir davranış kodu olduğu söylendi. Kendinizi üstün bir gücün ya da toplumun kaprisine adamak, Tanrı’nın amacına hizmet etmek, ya da komşunuzun refahına katkıda bulunmak, mezarın ötesindeki ya da bitişik evdeki bir otoriteyi memnun etmek…ama ne olursa olsun, kendi hayatınıza ve kendi zevkinize hizmet etmemek olduğu söylendi. Size kendi zevkinizin ancak ahlaksızlıkta bulunabileceği öğretildi. Çıkarlarınıza hizmet edecek şeyin ancak ahlaksızlıkta bulunabileceği öğretildi. Çıkarlarınıza hizmet edecek şeyin ancak kötülük olduğunu, manevi kodların sizin için değil, size karşı olması gerektiğini ve sizin hayatınızı iyileştirmek için değil, tüketmek için var olduğunu dinlediniz.

Yüzyıllar boyunca ahlak savaşı hep, hayatınızın Tanrı’ya ait olduğunu söyleyenlerle, hayatınızın komşularınıza ait olduğunu söyleyenler arasında yer aldı. Bir kesim size kendinizi cennetteki hayaletler için feda etmenin iyi olduğunu söylerken, diğer kesim de size, kendinizi dünyadaki beceriksizler için feda etmenizin iyi olduğunu söyledi. Hiç kimse size hayatınızın kendinize ait olduğunu, iyinin de onu yaşamak olduğunu söylemedi.

Ahlakın sizden öz-çıkarlarınızı ve aklınızı teslim etmenizi beklediği konusunda her iki kesim de görüş birliği içindeydi. Ahlaki olanla pratik olanın birbirinin tersi olduğu, ahlakın mantık alanında olmadığı, inancın ve gücün alanında olduğu yolunda görüş birliği içindeydiler. Rasyonel ahlakın mümkün olmadığını, mantıkta doğru veya yanlış diye bir şey olamayacağını, mantık alanında ahlaklı olmak için bir sebep bulunmadığını, her iki taraf da ileri sürüyordu.

Başka hangi konularda savaşmış olurlarsa olsunlar, tüm ahlakçılarınızın birleştiği nokta, hep insan aklına karşı savaş açmaktı. Tüm planları ve sistemleri hep insan aklını saptırmaya ve çökertmeye yönelikti. Şimdi ya yok olmayı seçeceksiniz, ya da anti akıl kavramının anti-hayat demek olduğunu öğreneceksiniz.

İnsan aklı sağ kalmanın temel aracıdır. İnsana hayat verilmiştir, ama sağ kalma verilmemiştir. Vücudu ona verilmiştir, ama dayanıklılığı verilmemiştir. Aklı ona verilmiştir, ama içeriği verilmemiştir. Hayatta kalmak için o insanın eyleme geçmesi gerekmektedir, eyleme geçmeden önce de, girişeceği eylemin niteliğini ve amacını bilmek zorundadır. Yiyeceğini elde edebilmesi, ancak yiyecek kavramını bilmesiyle, onu elde etmenin yolunu bilmesiyle mümkündür. Bir hendek kazarken de, bir siklotron yaparken de, bunu kendi amacını bilmeden, nasıl yapılacağını bilmeden başaramaz. Sağ kalabilmek için düşünmek zorundadır.

Ama düşünmek de bir seçimdir. Sizin hiç düşünmeden ‘insan tabiatı’ dediğiniz şeyin anahtarı, birlikte yaşadığınız, ama adını koymaktan korktuğunuz o açık sır, insanın isteğe bağlı bilince sahip bir varlık olduğudur. Mantık, otomatik olarak çalışmaz. Düşünmek mekanik bir süreç değildir. Mantığın bağlantıları içgüdülerle kurulamaz. Midenizin, akciğerlerinizin, kalbinizin işleyişi otomatiktir, ama aklınız öyle değildir. Hayatınızın her saatinde ve her konusunda, düşünmekte ya da düşünme çabasından kaçınmakta serbestsiniz. Ama kendi tabiatınızdan kaçıp kurtulmakta serbest değilsiniz, mantığın hayatta kalma aracınız olduğu gerçeğinden kaçınmanız mümkün değildir… İnsan olduğunuza göre sizin için, ‘olmak veya olmamak’ demek, düşünmek veya düşünmemek demektir.

İsteğe bağlı bilince sahip bir varlığın, otomatik bir davranış rotası yoktur. Eylemlerine rehberlik edecek bir değerler koduna ihtiyacı vardır. ‘Değer’ kişinin kazanmak ve muhafaza etmek için uğrunda eyleme geçtiği şeydir; ‘iyi eylem’ ise, kişinin onu kazanmak ve muhafaza etmek için attığı adımlardır. ‘Değer’ bir soruya verilecek cevabı varsaymak zorundadır: ‘kimin için değer ve ne amaçla değer ?’ ‘Değer’ ayrıca bir standardı da varsayar. O da bir amaçtır, bir alternatif karşısında eyleme geçme ihtiyacıdır. Alternatifin olmadığı yerde, hiçbir değer söz konusu olamaz.

Evrende bir tek temel alternatif vardır: var olmak veya olmamak… bu da bir tek tür kimliği ilgilendirir; canlı organizmaları. Cansız maddelerin varlığı koşulsuzdur, hayatın varlığı öyle değildir. Belli bir eylem rotasına bağlıdır. Madde yok edilemez, biçim değiştirebilir, ama varlığı ortadan kaldırılamaz. Sürekli bir alternatifle, ölüm kalım alternatifiyle karşı karşıya olan yalnızca canlı organizmadır. Hayat, kendi varlığını sürdürme yolunda, kendinin başlattığı bir süreçtir. Bir organizma bu süreçte başarısız olursa ölür. Kimyasal bileşenleri kalır ama hayatı yok olur. ‘Değer’ kavramını mümkün kılan yalnızca ‘Hayat’ kavramıdır. Her şey ancak canlı bir varlık için iyi ya da kötü olabilir.

Bir bitki, yaşayabilmek için kendini beslemek zorundadır; tabiatı onu, güneş ışığını, suyu, ihtiyaç duyduğu kimyasal maddeleri bulmaya yönlendirir; hayatı, eylemlerini yönlendiren değer standardıdır. Ama bitki, eylemleri konusunda bir seçim hakkına sahip değildir. Karşılaştığı koşullar açısından alternatifler vardır, ama işlevleri konusunda hiçbir alternatif yoktur: hayatını sürdürmek için otomatik olarak hareket eder, kendini yok etmeye yönelemez.

Hayvan, hayatını sürdürme teçhizatına sahiptir. Duyuları ona otomatik bir eylem kodu verir, neyin iyi, neyin kötü olduğunu da otomatik olarak bilir. Bu bilgiyi çoğaltma ya da bu bilgiden kaçma imkanı yoktur. Bilgisinin yetersiz olduğu durumlarla karşılaşırsa ölür. Ama yaşadığı süre boyunca, bilgisine dayanarak, otomatik güvenliğe sahip olarak, seçim hakkı olmaksızın hareket eder, kendi çıkarlarını görmezden gelmeye hakkı yoktur, kötülüğü seçip de, kendini yok etmeye karar veremez.

İnsanın otomatik bir sağ kalma kodu yoktur. Tüm diğer canlı türlerinden farkı, alternatifler karşısında isteğe bağlı seçimleriyle hareket edebilmesidir. Kendisi için neyin iyi, neyin kötü olduğu konusunda otomatik bilgilere sahip değildir. Hayatının hangi değerlere bağlı olduğunu, ne gibi eylemler gerektirdiğini bilmez. Şu anda sağ kalma içgüdüleri hakkında bir şeyler mi mırıldanıyorsunuz? Sağ kalma içgüdüsü, tam da insanın sahip olmadığı şeydir. ‘İçgüdü’ yanılgısız otomatik bir bilme biçimidir. Bir arzu içgüdü değildir. Yaşamayı istemek, size yaşamak için gerekli bilgileri getiremez. İnsanın yaşama isteği bile otomatik bir şey değildir: bugün sizdeki gizli kötülük o arzuya sahip olmayışınızdır. Ölümden korkmanız yaşamı sevmek demek değildir, size sağ kalmak için gerekli olan bilgileri kazandıramaz. İnsanın bilgiyi edinmesi ve eylemlerini seçmesi ancak düşünme süreciyle mümkündür, bunu da doğa ona zorla yaptırmaz. İnsan kendi kendinin yok edicisi olma gücüne sahiptir. .. tarihin en büyük bölümü boyunca da böyle hareket etmiştir.

Kendi sağ kalma yollarını kötü olarak kabul eden bir canlı varlık, sağ kalamaz. Kendi köklerinde dolaşıklık yaratmaya kalkan bir bitki, kendi kanatlarını kırmaya çalışan bir kuş, karşılaştığı ortamlarda uzun süre dayanamaz. Ama insanlık tarihi, insanın kendi aklını inkar etmesinin ve onu yok etmeye çalışmasının sürekli mücadelesi olarak tezahür etmiştir.

İnsana mantıklı hayvan denmiştir, ama mantık bir seçim meselesidir. Tabiatının insana sunduğu alternatif de, ya rasyonel bir varlık, ya da intihar eden bir hayvan olmaktır. İnsan kendi seçimiyle insan olmak zorundadır. Hayatına kendi seçimiyle değer vermek zorundadır. Onu devam ettirmeyi, kendi seçimi olarak öğrenmek zorundadır. Kendine gerekli olan değerleri kendi seçimi olarak keşfetmek, iyi eylemleri kendi seçimi olarak uygulamak zorundadır.

Seçerek kabul edilmiş bir değerler kodu, ahlak kodudur.

Şu anda beni dinleyenler, kim olursanız olun, içinizde bozulmadan kalmış canlı varlığa, insanlık kalıntısına, aklınıza sesleniyorum… ve diyorum ki: Mantığın bir ahlakı vardır, insana uygun bir ahlak vardır, ve İnsanın Hayatı, kendi değerler standardıdır.

Rasyonel bir varlığın hayatına uygun herşey iyidir; onu yok edecek herşey kötüdür.

İnsan tabiatının gerektirdiği hayat, akılsız bir hayvanın hayatı olmadığı gibi, yağmacı bir serserinin, mırıldanıp duran bir mistiğin hayatı da değildir. Düşünen bir varlığın hayatıdır. Güç kullanmakla ya da sahtekarlıkla yaşanan hayat değil, başarılarla yaşanan hayattır; ‘ne bahasına olursa olsun hayat’ değildir, çünkü insanın sağ kalmasının bedelini ödeyebilmesi için tek şey vardır, o da mantıktır.

İnsanın hayatı, ahlakın standardıdır, ama kendi hayatınız bunun amacıdır. Eğer hedefiniz dünyada var olmaksa, eylemlerinizi ve değerlerinizi, insana uygun standartlara göre seçmeniz gerekir, hayatınız olan o tek varlığı sürdürme, doyuma erdirme, zevkini çıkarma değerlerine uygun olarak bir seçim yapmanız gerekir.
“Hayat belli bir eylem rotasını gerektirdiğine göre, onun dışındaki tüm rotalar hayatı yok edecektir. Kendi hayatını eylemlerinin amacı ve hedefi olarak kabul etmeyen bir varlık, ölüm amacına ve hedefine yönelik eylemleri seçmiş demektir. Böyle bir varlık, metafizik bir canavardır, kendi varoluşuna başkaldırmak, onu inkar etmek, onunla çelişkiye düşmek peşindedir. Yok olma yolunda körü körüne koşturmaktadır, acıdan başka bir nasibi olamaz.

Mutluluk başarılı bir hayat durumudur, acı ise ölümün unsurudur. Mutluluk, insanın değerlerine ulaşmasından kaynaklanan bilinç durumudur. Eğer bir ahlak öğretisi size, mutluluğunuzu reddederek mutluluğa varmanızı ve değerlerinizin başarısızlığına değer vermenizi söylüyorsa, o öğreti ahlakın küstahça inkar edilmesinden başka bir şey değildir. Bir doktrin size ideal olarak, kurbanlık hayvan olmayı, başkalarının sunağında kesilerek can vermeyi öneriyorsa, size standart olarak ölümü sunuyor demektir. Gerçekliğin ve hayatın yapısı gereği, her insan kendi başına bir amaçtır, kendi hatırı için vardır, en yüksek ahlaki amacı da kendi mutluluğudur. .

Ama hayat da, mutluluk da mantıksız kaprislerle elde edilemez. İnsan her rastgele durumda sağ kalmaya çalışmakta özgürdür ama, tabiatının gerektirdiği biçimde yaşamadığı zaman, ölmek zorundadır. Yani mutluluğunu her türlü akılsız sahtekarlıkta arama özgürlüğü vardır, ama o yolda bulabileceği yalnızca işkence ve hınç olur; bunun tek çaresi mutluluğunu insana uygun yollarda aramaktır. Ahlakın amacı size, acı çekip ölmeyi değil, zevk almayı ve yaşamayı öğretmektir.

Devlet destekli sınıflarda ders veren, başkalarının aklının kazancıyla yaşayan, insanın ahlaka, değerlere ve davranış koduna ihtiyacı olmadığını söyleyip duran o parazitleri bir kenara itin.

Bilim adamı pozuna girip insanın yalnızca bir hayvan olduğunu söyleyene, en alttaki böceklerin düzeyine layık gördükleri varoluşun kanunlarına kanmayın. Her canlı varlığın, kendi tabiatından gelen bir sağ kalma biçimine gereksinimi olduğunu onlar biliyorlar. Balığın suyun dışında yaşayabileceğini, köpeğin koku olmadan sağ kalabileceğini iddia etmiyorlar. Ama varlıkların en karmaşığı olan insana gelince, onun her koşulda var olabileceğini, kimliği, tabiatı olmadığını, sağ kalma yetenekleri yok edilse bile, aklı esir alınıp onlardan gelecek her emri uygulamaya ayarlansa bile, yine de yaşayamaması için hiçbir neden olmadığını iddia ediyorlar.

İnsanlığın dostuymuş havasına giren, insan için en büyük sevabın, kendi hayatını değersiz saymak olduğunu vaaz edip duran o nefret dolu mistikleri de bir kenara itin. Size ahlak gereği insanın sağ kalma içgüdüsünü frenlemesi gerektiğini mi söylüyorlar? İnsanın bir ahlak koduna ihtiyacı olması zaten sağ kalma amacına yöneliktir. Ahlaklı olmak isteyen insan, yaşamak isteyen insandır.

Hayır, yaşamak zorunda değilsiniz. O sizin temel seçim hakkınızıdır. Ama eğer yaşamayı seçiyorsanız, insan gibi yaşamanız gerekir. … yani aklınızın çalışmaları ve yargılarıyla..

Hayır, insan gibi yaşamak zorunda da değilsiniz.. O da bir ahlaki seçim eylemidir. Ama başka bir şey olarak yaşayamazsınız. .. bunun tek alternatifi, şu anda kendi içinizde ve çevrenizde gördükleriniz gibi, yaşayan bir ölü olarak, varoluşa layık olmayan bir şekilde devam etmek, artık insan olmamak, hayvandan da aşağı olmak, acıdan başka bir şeyi bilmeyen, kalan yıllarını düşünmeksizin bir öz-yıkım eğiliminin acıları içinde sürüklenerek geçiren bir şey haline gelmektir.

Hayır, düşünmek zorunda değilsiniz; o da sizin ahlaki seçiminizdir. Ama sizi sağ tutmak için birileri düşünmüştür. Burada ödememe durumuna düşerseniz, varoluşa karşı borçlu duruma düşmüş olursunuz, aradaki açığı bir başka ahlaklı insana yüklemiş olursunuz, sizin kötülüğünüzle yaşayabilmeniz için, onun kendi iyiliğini feda etmesini beklemek zorunda olursunuz.

Varoluş vardır… bu gerçeği anlamak, bizi buna bağlı iki aksiyomla karşı karşıya getirir: İnsanın algıladığı şey, var demektir, bu bir ve kişi ancak bir bilince sahip olarak var olur, çünkü bilinç, var olanı algılayabilme gücüdür. Bu da iki.

“Eğer hiçbir şey var değilse, bilinç de olamaz: bilinçlendirecek hiçbir şeyi olmayan bir bilinç içten çelişkili bir kavramdır. Kendinden başka hiçbir şeyin bilincinde olmayan bir bilinç de içten çelişkili bir kavramdır: Kendini bir bilinç olarak kimliklendirmeden önce, bir şeylerin bilincinde olması şarttır. Eğer algılıyorum dediğiniz şey var değilse, sizin sahip olduğunuz o şey de bilinç değildir.

“Bilginizin derecesi ne olursa olsun, bu ikisi… yani varoluşla bilinçlilik, kurtulamayacağınız aksiyomlardır. Bu ikisi giriştiğiniz her eylemde, bilginizin herhangi bir bölümünde ve hepsinin toplamında, vazgeçilmeyecek birinciliklerdir; bu hayatınızın başlangıcında ilk gördüğünüz ışık huzmesinden, hayatınızın en sonunda elde edebildiğiniz en geniş bilgi birikimine kadar, hep böyledir. İster bir çakıl taşının biçimini biliyor olun, ister güneş sisteminin yapısını, aksiyomlar hep aynidir. O vardır… ve siz onu biliyorsunuzdur.

Var olmak bir şey olmaktır, hiçlikten, var olmamaktan farklıdır, belirli özelliklerden oluşan belirli bir kimlik olmaktır. Siz o değilseniz hiçsiniz.

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.