Osmanlı Avusturya Uzun Savaşı (1593-1606)

Tarihte Neler Oldu | | Nisan 12, 2017 at 3:53 pm

29 Temmuz 1593–11 Kasım 1606 tarihleri arasında Macaristan, Eflak, Balkan yarımadası topraklarında geçen bu savaş gerçekte 13 yıl, 3 ay, 1 hafta ve 6 gün sürdüğü halde tarihe "Uzun Türk Savaşı" ya da 15 yıl savaşları olarak geçmiştir. Her iki taraf için de önemli bir toprak kaybı ya da kazancı olmamakla birlikte, sonunda imzalanan Zitvatorok anlaşması Avrupa'da Osmanlı üstünlüğüne son veren ilk belgedir. Ayrıca içte ilk etkili asker ayaklanmalarının başlangıcına da konu olan bu dönemin tarihi Halil İnalcık

Savaş Nedenleri

Avusturya ile Uzun Savaş (1593-1606), Osmanlı tarihinde birçok bakımdan bir dönüm noktasıdır. İran Şahı Büyük Abbas Tebriz’i alıp başarılı seferlerle devleti bu cephede uğraştırdığı bir zamanda, Koca Sinan Paşa veziriazamlığında Avusturya ile Uzun Savaş başladı. Kanuni döneminde Osmanlılar iki cephede birden savaşmaktan daima kaçınmışlardı. Bu kez devlet, iki cephede uzun yıllar savaşı sürdürmek zorunda kaldı.

Savaşı başlatan Sinan Paşa’nın kişisel nedenleri şöyle özetlenebilir:
1. Can düşmanı Doğu Seferi serdârı Ferhad Paşa’ya karşı bir Avusturya seferinde serdar olmak.

2. Ayaklanan yeniçerileri (1592) cepheye sevk etmek. Yeniçeriler savaşta başarılarıyla timara çıkmak imkânını elde ederlerdi. Bundan başka onları cepheye sürmekle İstanbul rahata kavuşacaktı.

3. Avusturya cephesinde kazanacağını düşündüğü zaferlerle, Yemen ve Tunus Fatihi Sinan Paşa Viyana’yı fethedeceğini iddia ediyordu.

4. Avusturya ile diplomatik ilişkilerde, Sinan kendisinin aşağılandığı düşüncesinde idi.

Bu savaş sırasında, Avrupa’da ordu ve ateşli silahlarda değişim (military revolution) sonucu, Osmanlı askerî kuvvetlerinin yapısı ve silahlarda kökten değişiklikler gerekmiştir.

Osmanlılar bu dönemde bilimde, teknolojide ve ekonomide büyük ilerlemeler yapmış olan güçlü bir Avrupa karşısındadır. Modernleşmiş bir Avrupa karşısında Orta-Doğu’nun büyük İslam İmparatorluğu savaş meydanlarında ve içeride bocalama dönemine girmiştir.

1590’dan beri Avusturya, Osmanlıların artan akıncı faaliyetlerinden şikâyetçi idi. Özellikle Bosna Valisi Hasan Paşa’nın Hırvatistan’a seferi, ilişkiler üzerinde kesin bir etki yaptı. Avusturya, 1592 Prag toplantısında savaş hazırlığına karar verdi ve Alman prenslerinden yardım istendi. Prensler olumlu cevap verdiler. Avusturya savaşa hazırdı; seferlerde kiliselerde eskisi gibi Türk-çanı çalınmaya başladı. Avusturya, savaşı tüm Avrupa’nın bir Haçlı savaşı haline getirmek için papaya başvurdu. Rusya çarına bile mektuplar gönderildi. Lehistan da ihmal olunmadı. Bütün bu diplomatik girişimler, o zaman sonuç vermeyecektir. Avusturya, kuvvetlerini Viyana yolu üzerinde güçlü savunma kalesi Raab’da (Yanıkkale) toplama kararı aldı. Osmanlı ordusu (40.000 kişi, 15.000 yeniçeri) Veziriazam Sinan Paşa kumandasında Raab’ı kuşattı ve teslim aldı (13 Ekim 1593). Çok geçmeden kış başlarında karşı saldırıya geçen Avusturya ordusu Budin yolu üzerinde İstolni-Belgrad’da Osmanlı’ya karşı parlak bir zafer kazandı (Osmanlı kayıpları 12.000 er, 47 top). Bölgedeki öteki kaleler de Avusturya tarafından kuşatıldı. Yenilgi, İstanbul’da büyük kaygıyla karşılandı.

Kışın Almanya’dan gelen takviye kuvvetleri ile Avusturya ordusu büsbütün güçlendi.

1593 Martı’nda papa elçilerini göndererek Hıristiyan devletlerini Osmanlılara karşı birleşmeye çağırıyor, öte yandan Avusturya özellikle Erdel (Transilvanya), Eflak ve Bogdan’ı isyana kışkırtıyor, onları himaye edeceğini vaat ediyordu. 1593 Temmuzu’nda Eflak voyvodası Mihal, Avusturya ile ittifakı gerçekleştirdi ve saldırılara geçti.

Selânikî’nin itiraf ettiği gibi Eflak, Bogdan voyvodalarının haraç ödemelerine ek olarak paşaların ağır rüşvetler” almaları voyvodaların isyanında başlıca etken olmuştur.

Eflak voyvodası Mihal, İstanbul’dan gelen alacaklılardan kurtulmak istiyordu; yeniçerilerin oturdukları evi topa tutarak isyan bayrağını kaldırdı.” Mihal ile ittifak eden Kazakların, Karadeniz kıyı bölgelerini yağmalamaları, kasaba ve köyleri yakmaları İstanbul’da büyük yankı yaptı. Eflak kuvvetleri ve Kazaklar, ateşli silahları ile büyük bir kuvvet oluşturuyordu; Tuna berisindeki şehirlere saldırdılar, Yergöğü (Rusçuk), Hırsova, Maçin, İbrail, Silistre, Ziştovi, Rabova’yı istila ile ateşe verdiler. Mihal’in kış baskını İstanbul’ da dehşetle öğrenildi. Yakılan şehirlerden feryatçılar gelip düşmanın Müslümanları esir edip şehir ve kasabaları yağmaladığını anlatıyorlardı. Selânikî’nin ifadesiyle “hiçbir kasaba ve kurâ kalmadı ki, ihrak bi’n-nar itmeyüp minarelerine çan asup nâkus çaldırmayalar. İbrail ve Bendrer ve Kili ve Akkerman ve Cankerman ve İsmail-Geçidi ve Silistre ve Yergöğü ve Rusçuk ve Tutrakan hemân kaleleri kalıp cümle iskeleleri ve varoşları bi’l-külliye harâb ve yebâb oldı. Eflak ve Bogdan reayasıyla ittifak idip Erdel ve Macar ve Leh ve Moskof (herhalde Kazakları anıyor) küffarından tüfenkendâz yüz bini mütecâviz” düşman askeri, ülkeyi viraneye çevirdiler. İstanbul’da, müftiden düşmana karşı hareket farzdır diye, fetva aldılar. Büyük Divan toplandı, Veziriazam Ferhad Paşa, tüm yeniçeri askerinin seferber edilmesini istedi.

İzleyen bölümde ayrıntısıyla anlatıldığı gibi, Valide Safiye Sultan’ın desteklediği Ferhad Paşa’nın kumandasındaki ordu Mihal’e karşı harekete geçti (Nisan 1595). Eflak’a geçmek üzere Yergöğü’de (Ruscuk) köprü inşasına başlandı. Ferhad Paşa, kendi aleyhinde İstanbul’da çevrilen oyunları bozmak için cepheyi bırakıp İstanbul yolunu tuttu. Bu sırada Koca Sinan Paşa, Şeyhülislam Bostanzade’den fetva alıp (30.000 akça rüşvet vermişti) Ferhad’ın yerine veziriazamlığı elde etti (1595). Çiftliğine çekilen Ferhad az sonra idam olundu.

Yeni veziriazam Sinan Paşa, Eflak’a Mihal’e karşı ordunun başında hareket etti (17 Ağustos 1595). Ruscuk’ta tamamlanmış olan köprüden geçen ordu, Mihal kuvvetleriyle Bükreş civarında savaşa girdi. Yenilen Mihal, Erdel sınırına çekildi.

Sinan Paşa, Bükreş”i alıp bir İslam şehri haline getirdi –kiliseler camiye çevrildi. Mihal geri gelerek saldırıya başladı, Sinan Paşa Yergöğü’ye ricat etmek zorunda kaldı. Mihal köprüyü yıktı, Osmanlı kuvvetlerini top ateşine tuttu, şehri yaktı (27 Ekim 1595).

Koca Sinan, Erdel voyvodası Bathory’e elçi gönderip Tunus, Yemen, İran, Gürcistan fatihi olduğunu övünerek bildiriyor ve gelecek yıl Prag ve Viyana önünde karargahını kuracağını söyleyerek gözdağı vermek istiyordu. Bu arada Bogdan voyvodası Aron, kendi yerinin İstanbul’dan bir rakibine verilmesi üzerine düşman cephesine katıldı.

Uzun Savaş ve Asker Ayaklanmaları (1595-1606)

1595 Nisanı’nda sipahi ve silahdarlar, ulüfelerinin merkez hazinesinden “sağ akça” ile ödenmesi isteğiyle Divan’da Veziriazam Ferhad Paşa üzerine yürüdüler, başının kesilmesini istediler. Sipahileri Ferhad’ın rakibi Sinan Paşa’nın kışkırttığı söyleniyordu. Ferhad’ı ve Divan vezirlerini katletmekle tehdit ettiler. Padişah, kadıaskerleri gönderip isyancıları yatıştırmayı denedi. Ferhad direndi ve geri adım atılırsa isyanın büyüyeceğini, devlet otoritesinin korunması gerektiğini ileri sürdü ve sipahilere karşı yeniçerilerin ve bostancıların harekete geçirilmesini sultana arz etti. Padişah öneriyi onayladı, vezirler askeri yatıştırma için gönderildi. Asker onları taşlayarak karşıladı. Yeniçeri ve bostancılar harekete geçirildi, sipahileri dağıttılar. Sinan Paşa ve Cigala-zade bu ayaklanmadan sorumlu tutuldular, Sinan Malkara’ya sürgün gönderildi. Sipahi ayaklanmasında hizmeti görülen yeniçerilere yüz bin gümüş guruş bağış dağıtıldı.

Habsburg birliklerinin Hatvan kalesine girişleri (1596)

Bu olayların ardından Ferhad Paşa isyan halindeki Eflak voyvodası Mihal’e karşı sefere çıktı. Asker ocaklarını ayaklandırmaktan çekinmeyen Ferhad ve Sinan Paşaların iktidar mücadelesi bu döneme damgasını vurmuştur. İktidar için bu çekişme –sipahi ve yeniçerilerin karşılıklı ayaklanmaları- bir kargaşa dönemi açtığı için önemlidir. Yeniçeriler ile sipahiler arasındaki kavgayı durdurmak için savaş meydanına sürme düşüncesi, Avusturya’ya karşı 1593’te Uzun Savaş’ın açılmasında önemli bir faktör sayılmaktadır.

Avusturya Savaşları Sırasında Orduda Yapısal Değişme

Vezirler, aralarındaki rekabet için kapıkullarını kullanmaktan çekinmezlerdi. Yukarıda da bahsedildiği gibi, Sinan Paşa veziriazam olunca, rakibi Ferhad Paşa’yı ortadan kaldırmak için yeniçerileri kışkırtmış, Ferhad’ın eşyasını yağma ettirmişti; Ferhad, Valide Safiye Sultan’ın himayesi sayesinde bir süre başını kurtardı ise de, sonunda idam olunmuştu (1595). Daha bu dönemde, veziriazam seçiminde, Harem ve yeniçeri ocağıyla ilişkiler önemli rol oynuyordu. Sinan hoşlanmadığı yeniçeri ağalarını düşürmek için padişaha arz yazmaktan çekinmezdi (bkz. Ekler, Koca Sinan Paşa ve Telhisleri). Sinan “İstanbul’un hıfz u hiraseti ta evvelden yeniçeri ağalarına mahsûsdur” diyordu. Gerçekten, İstanbul’da polis hizmetini kollukcu yeniçeriler görmekteydi. Sadrazamın yeniçeri ocağında casusları vardı (Telhis, 29b). Beş kere sadarette bulunan Koca Sinan çok yaşamadı (ölümü 3 Nisan 1596): büyük serveti arasında yalnız nakit 600.000 altın bıraktı. Yedi buçuk yıl iktidarı döneminde Arnavut devşirmesi Koca Sinan Paşa’nın (1520?-1594) padişaha gönderdiği telhisler (raporlar) bir Osmanlı devlet adamının hayatı, devlet işlerine dair düşünce ve önlemleri ve sultanla ilişkileri bakımından birinci elden belgelerdir. Sultan, yeniçeri ağası, kadıaskerler ve veziriazamı ‘Arz-Odası’na kabul edip arz edilen işler ve atamalar üzerinde kararını bildirirdi. Ayrıca, veziriazam zaman zaman telhisler gönderip ortaya çıkan sorunlar hakkında bilgi sunar ve sultanın telhis üzerinde el yazısıyla fermanını bekler. Bu suretle, her önemli iş padişahın bilgisi dâhilinde karara bağlanmış olurdu.

Sinan Paşa, padişahın İstanbul’daki “meyhane ve bozahane ve kahvehanelerin” kapatılmasını emretmesi üzerine yazdığı bir telhisinde (no. 33) Balıkpazarı’nda eskiden beri mevcut meyhanelerin “şimdilik” kapatılmamasını önerir; “kahvehaneler kapatılsın amma halka bir eğlence yeri lazımdır” diye çekimserliğini belirtir; vergilerin kaybolacağını da sultana hatırlatır. Hazine’ye bu kaynaktan bin yük (bir yük 100 bin akça) gelir sağlandığını ilave eder. Aksini söyleyenlere aldırılmamasını sultandan ister.

Rüşvet almadığını şu sözlerle inandırmaya çalışır: “Bir akça beytu’l-mal [hazineyeye ait para] yedigüm bulsunlar, bir akçanız gitdügı yeri duyup müsamaha idersem, dünyada ve ahiretde yüzüm kara olsun.” Rakibi Ferhad Paşa’nın bin yük akça yediğini yazar, “Padişahım teftiş buyurun’” diye ısrar eder. Sinan, Ferhad’ı Harem ve darussaâde ağasıyla işbirliği yapmakla suçlar. Kendisi de sultana yaranmaya çalışır (Telhis, 37, 45, 52, 54). Veziriazam iktidarda kalmak için Harem (Valide Safiye Sultan) ve şeyhülislamı kendi tarafında görmek ister (Telhis, 46). Rakipleri, padişaha tezkire (gizli mektup) sunar, hatt-i hümayun elde etmeye çalışırlar. Bir telhisten (no. 55), şunu da öğreniyoruz ki, divan kâtipleri sahte beratlar ve emirler düzüp satıyorlarmış. Sinan, bu gibilerin ellerinin kesilmesini veya Cezayir’ e sürgün edilmesini padişaha arz eder.

Avusturya cephesinde serdar olan Mehmed Paşa’nın son derece önemli bir arzından (Telhis, 81) şunu öğreniyoruz: Paşa düşmanın Budin’e saldırmak üzere kış mevsiminden beri büyük hazırlık içinde bulunduğunu haber veriyor ve ilave ediyor: “Mel’ûnların askerleri ekser piyade ve tüfenk-endaz olup [Osmanlı) piyadesi az olduğundan” savaşta ve kale kuşatmasında “azim ıstırab çekilür” . Gönderilen 200.000 flori mevacib yetmedi, “yarar tüfenk-endaz yeniçeri, ağaları kulları ile mu’accelen irsal oluna”.

Sultan Mehmed’in hatt-i hümayünu. “Ma’lûm oldu” şeklindedir. Bu rapor, Osmanlı ordusundaki yapısal değişikliğin kaynağını gösrermektedir. Avusturya ordusundaki tüfekli piyadeye karşı Osmanlı serdarı, tüfekli yeniçerinin artırılması nedenini açıklamaktadır.

Yemen paşasının durumu hakkında arzı (Telhis, 82) padişaha hitap etmekle beraber veziriazam tarafından Valide Sultan’a sunulmuştur. Bu tarihlerde Şah Abbas doğuda saldırılarını başarıyla sürdürmektedir (Tebriz’i 1603’te alır). İstanbul iki düşman arasında kalmak istemez. Avusturya ile barış önemlidir. Bu sırada sipahiler ayaklanmıştır (1603 kışı), Anadolu’da Kara-Yazıcı isyanı sürmekte (Erdel’de Osmanlı askeri harekâtı için Telhis 78-79, krş. Naima, I, 299). Belge, Sultan III. Mehmed zamanında Valide Safiye Sultan’ın devlet işleri üzerinde müdahalelerini göstermektedir (Yemen’de durum ve Mehmed Paşa serdarlığı için Naima, I, 308, 324).

Erdel’den İstanbul’daki İngiltere elçisine gelen mektubu elçi, veziriazama göndermiştir (Telhis, 80). Mektup, Avusturya ile barış koşullarını içeren bir mektuptur. Erdel prensi, Avusturya’nın koşullarını bildirerek, iki taraf arasında barış için aracı olmaktadır.

Erdel, Osmanlı-Avusturya savaşından zarar görmektedir. İmparator Rodolph ile temas kurulmuş ve barış koşulları öğrenilmiştir (Mehmed Paşa’nın Macaristan serdarlığı ve Avusturya ile savaş durumu hakkında 46, 49, 51, 52, 57, 62, 67, 68 no’Iu telhisler ayrıntılı bilgi vermektedir).

44. telhis bu dönemde timar rejimindeki yolsuzlukları yansıtır. Timar ve zeametler fiilen savaşlarda yararlıkla bulunmuş askerden alınmaktadır, “Sancakları dibinde ceng eder, hidmete yarar kimse” kalmamıştır. “İstihkakı olmuyan kimseler” timar ve zeametleri ele geçirmişlerdir: “Bu kadar yıllardan beri seferlerde hizmet eden askerin ellerinden dirliklerini çeküp almağla” askere nefret gelmiştir. Veziriazam, bunun düzeltilmesi ve karşılığında, savaş bitince bu sorunun önemle ele alınması kaçınılmaz bir gerektir, der. Bu konu üzerinde sonraları layihacılar da önemle duracaklardır.

Sultanın bu telhise hatt-i hümayûnu şöyledir: “Timar ve zeamet defterleri bana gönderilsin, buradan verilecek karara göre düzeltme işine girilsin.

Telhislerdeki bu uyarı, Osmanlı timar sisteminde daha 1603 tarihine doğru ortaya çıkan önemli yapısal bir soruna parmak basmaktadır. Arşiv belgeleri bu tarihe doğru, zeametlerin harem mensuplarına paşmaklık adı altında tevcih edildiğini ortaya koymaktadır. Tımarlı sipahilerin savaş alanında askeri hizmette yararlığını büyük ölçüde kaybetmesi (Telhis , 81) bu gelişmenin bir nedeni olabilir. Fakat o zamana kadar “seferlerde hizmet eden” askerin elinden gelir kaynağı alınırsa, “onlar nasıl geçinür” deniyor: sorun daha sonraları daha da ağırlaşmış ve layiha sunan bürokratlar (bkz. Ayni Ali layihası ve Koçi Bey telhisleri) tarafından “fitne ve fesadın” başlıca kaynağı olarak kabul edilmiştir. Bu kötü gelişmenin daha III. Mehmed zamanında “azîm fesâd” haline geldiğini veziriazam ifade etmiştir. Telhisleri (no. 24-26, 28, 33, 35-37, 41, 42) mali bunalımın daha bu dönemde önemli bir problem olarak ortaya çıkmış bulunduğunu göstermektedir.

Macaristan Cephesinde Gelişmeler (1601-1606)

1601’den itibaren Avusturya, Macaristan’da büyük ordularla karşı saldırıya geçti. Stratejik büyük kaleler, Budin, Kanija, tehlike altına girdi. Veziriazam İbrahim Paşa, Macaristan seferine atandı. Aynı tarihlerde Anadolu’da, Kara-Yazıcı büyük kargaşaya neden oluyordu. Yemişci Hasan Paşa o zaman İstanbul’da Veziriazam İbrahim Paşa yerine kaymakamlık mevkiine getirilmişti. Yemişci, yeni akça çıkarıp maliyede kargaşaya son vermeye çalıştı (altın flori 220’den 120’ye ve Avrupa menşeli gümüş guruş 80 akçaya indirildi). Macaristan cephesi serdarı (başkomutan) İbrahim Paşa’nın ölümü üzerine, Yemişci Hasan Paşa veziriazamlığa getirildi (23 Temmuz 1601) ve serdar olarak ordu başına geçmek üzere hemen Belgrad’a hareket etmesi ferman olundu. Hasan Paşa mevkiinden emin olmak için ilkin İstanbul’da düşmanlarını temizledi; özellikle şeyhülislamın yerine yeni birini getirmeye dikkat etti. O sırada Mathias, büyük kuvvetlerle Budin yolu üzerinde İstolni-Belgrad’ı almış, gelip Kanija kalesini kuşatmıştı. Yemişci Hasan Paşa acı haberi Belgradda aldı.

Hasan Paşa bu kritik durumda İstolni-Belgrad önüne geldi (29 Eylül 1601). Çetin bir savaş oldu, yeniçeri kaçmış, serdar Yemişci esir düşme tehlikesiyle karşılaşmıştı. Budin tehlike altındaydı, Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa, Budin korumasına gönderildi. Hersek Mathias kumandasındaki düşman ordusu Kanija’yı kuşattı, Tiryaki Hasan Paşa’nın ünlü savunması! Osmanlı kaynaklarında ayrıntılarıyla anlatılmıştır.

Kış bastırdı, serdar Yemişci Hasan Paşa askerin isyanı yüzünden cepheyi bırakıp Sigetvar’dan Belgrad’a dönmek zorunda kaldı (Ekim sonu). Kanija savunması ve kışın erken gelmesi, 1601 yılında Avusturya’nın büyük saldırı harekatını sonuçsuz bırakmış oldu. Veziriazam ve serdar Yemişci Paşa’nın yokluğunda İstanbul’da askerin karışıklık çıkarması önlendi, kapıkuluna mevacibi verilmiş ve sipahilere cizye defterleri dağıtılmıştı.

Yemişci, ordu ile Belgrad’da oturup Macaristan’da yeni bir düşman istilasına karşı ikmal işleriyle uğraşıyordu (1601-1602 kışı). 1602 Haziranı’nda orduyla İstolni-Belgrad üzerine hareket etti, kuşatma sonunda kale teslim oldu. Bu önemli bir başarıydı. Serdar oradan Erdel’e hareket etti. Budin kuşatma altında olup düşman Peşte’yi ele geçirmişti. Yemişci acele Peşte önüne geldi. Düşman, serdarı Peşte ve Budin’e yaklaştırmıyordu. Budin iki yıldır düşman kuşatması altında yardım bekliyordu. Nihayet, asker Budin’e girmeyi başardı. Sonbaharda Yemişci, Budin önünden Varadin’e, oradan Belgrad’a çekildi (Eylül 1602). Bu sırada İstanbul’da büyük olaylar patlak vermiş, sipahiler yeniden ayaklanmışlardı.

Kara-Yazıcı, Divane Hasan, Deli Hasan5 ve Yoldaşları ile Celalilerin Anadolu’da eşkıyalıkları, İstanbul’da büyük heyecan ve telaş uyandırıyordu. Sipahiler, padişahı Ayak Divanı’na çağırdılar. Yeniçeri ve sipahi ağalarının katılımıyla yapılan meşveret meclisinde (5 Ocak 1603) asker, rüşvetçi kapıağası (Bâbussaâde ağası) ve yandaşları aleyhinde konuştular. Asker ocakları, Kapıağası Gazanfer Ağa’nın devlet işlerinde üstün nüfuz sahibi olmasına, Celalilere karşı gönderilecek kumandanları onun seçmiş olmasına karşı idiler. Kendisini rüşvetçilikle suçlamakta idiler.

Âsî sipahiler; Valide Safiye Sultan’ın sürgün edilmesini istiyor ve “Mürteşîler âlemden gitmeyince fitne ve fesad” ve Anadolu’da eşkıyalık son bulmaz diyorlar, padişahın Babussadde’ye çıkıp şikayetlerini dinlemesini istiyorlardı. Sipahi ayaklanmasının gerçek nedenini, tarihçi Mustafa Ali açıklar: “Müdebbire-i mülk ü devlet” diye andığı Valide Safiye Sultan’ın Yahudi kethüda Kira ile beraber, cizye vesair vergi iltizamlarını, özellikle sipahilere ait cizye tahsilini kontrolleri altına alması. İngiliz elçisi Lello, Valide Safiye Sultan’ın oğlu Sultan Mehmed’e “her istediğini yaptırdığını” belirtmektedir. Safiye-Kira yolsuzluklarına karşı sipahiler, Kira’yı ve işbirlikçi oğullarını feci şekilde katlederler. Ayaklanma aynı zamanda Valide Safiye Sultan’ın devlet idaresinde kurduğu kontrole karşı idi.

Padişah Ayak Divanı’nda, Babussaade’de tahtta oturup ağaları kabul etti. Ulema da bu olağanüstü toplantıda hazır bulundu. Sipahi zorbalarından Hüseyin Halife, “Öte yakada olan Celalîler… memalik-i İslamiyye ihtilâli bu hale gelmiş iken vükela-yi saltanatları olanlar sana bildirmeyüp… her birini getürüp teftiş eyleyüp” hepsini cezalandırmalısın, diye pervasızca konuştu. Celal’iler bunun üzerine Hüsrev Paşa’nın rüşvetle serdar atanmış bulunduğunu söyleyerek, saray ağaları Gazanfer ve Osman Ağa’nın idamını istediler. Asker ocakları, rivâyette Şehzade Mahmud’u tahta çıkarmayı düşünüyorlardı.

Hasan Beyzade. “az kaldı ki hal-i saltanat [sultanın tahtından indirilmesi] olayazdı “ diye karşılaşmayı değerlendirir; hatta Şeyhülislam Sun’ullah Efendi’yi tahta oturtmayı düşündüklerini açıklar. III. Mehmed’in oğlu Şehzade Mahmud, babası aleyhine komploya dâhil olmakla suçlanıp boğduruldu.

Aynı zamanda Macaristan ve İran cephelerinden bozgun haberleri gelmekte idi (1603). Şah Abbas, Tebriz’i işgal etmiş, Kars üzerine yürümüş, bir Avusturya ordusu da Budin’i kuşatma ile tehdit etmekte idi. Son olaylar, Osmanlı tarihinde gayet önemli bir gelişmeyi işaret etmektedir. Olağanüstü bunalımlarda padişahın, Babussaade’ de (Kapı) tüm devlet büyükleri ve ulema ile şikayetçileri kabul edip kararı vermesi bir devlet geleneğidir. Olaylar, askerin ayaklanıp isteklerini kabul ettirdiğini göstermiştir. Bürokrasinin başı olan reisülküttâb Hasan Beyzâde, Tarih’inde, askerin bu hareketini kesinlikle kötüler. Sipahilere karşı hareketle isyanı bastıran yeniçerilerin, devlet işlerinde baskısı bu tarihte başlatılır (Şubat 1603).

Olaylar üzerine padişah adam göndererek, ordu ile Macaristan seferinde bulunan veziriazam ve serdar (başkomutan) Yemişci Hasan Paşa’yı, acele İstanbul’a çağırttı. Harmanlı’ya geldiği sırada Yemişci Hasan Paşa’ya karşı isyan halindeki sipahilerin hücumundan kaygı duyuluyordu. Kaymakam Mahmud Paşa ile iki kadıasker kendisiyle buluştular. Fakat ayaklanan sipahi zorbaları, şeyhülislamdan paşanın katli için fetva almışlardı.

Fetvayı kadıaskerler tasdik ettiler. Sipahi zorbaları fetvalarla Yemişci Paşa’nın katli için padişaha telhis gönderdiler. Telhiste’ zorbalar, istekleri kabul olunmazsa padişahı tehdit etmekten geri kalmıyorlardı. Kaymakam Mahmud Paşa, Yemişçi’nin yerine geçmek istiyordu; rivayete göre zorbalara 30.000 altın vaat etmişti.

Sultan Ahmed’in bu telhise yanıtı dikkate değer: “Veziriazamdan sudür iden cümle umür benim ma’rifetim [bilgim} dâhilindedir; benimle vezirim arasına kul [sipahiler] niçün müdâhale ider.” Fatih Sultan Mehmed’den beri cari kanuna göre, veziriazam yalnız ve yalnız padişaha hesap verir, araya kimse giremez. Padişahın devlet idaresinde, bu temel kuralı anması yerinde ise de zorbalara dayanan Kaymakam Mahmud Paşa bu kuralı çiğnemekteydi. Devlet işlerinde kargaşaya işaret eden Koçi Bey, bu devirde bu temel kuralın bırakıldığı noktası üzerinde durmaktadır. Şimdi paşalar, sipahilerin veya yeniçerilerin arka çıkmasıyla mevkilerini koruyabiliyorlardı; açıkça, iktidarı asker belirliyordu (Tırnakcı Hasan Paşa idama mahkûm iken yeniçerinin arka çıkmasıyla idamdan kurtulmuştur).

Sonuçta padişah, Veziriazam Yemişci Hasan Paşa’yı desteklemeye karar verdi, Kaymakam Mahmud Paşa’nın idamını emretti. Sipahilerin müdahale edeceğini hatırlatanlara Veziriazam Yemişci’nin cevabı ilginçtir, “Sipahi zorbalarına karşı yeniçerilerimi harekete geçiririm”, “Yeniçeri heman rıza-yı hümayünlarına bakarlar” dedi. Mahmud Paşa, sipahi zorbalarına güveniyor, Veziriazam Yemişci Hasan ise yeniçerilere dayanıyordu.

Padişahın tutumunu öğrenen sipahi zorbaları, “Padişah-i âlempenah ber-müceb-i fetva Hasan Paşa’yı katl eylemedi, biz kendimüz sarayına varup onu katl iderüz dediler, kalkup At-Meydanı’na vardılar.” Zorbalar, kapıları kırıp veziriazamın evine girmeyi başaramadılar. Yemişci Paşa, o sırada kıyafet değiştirerek yeniçeri ağalarının bulunduğu saraya gidip sığınmıştı. Bu andan itibaren sipahiler ile yeniçeriler karşı karşıya geldiler. Göz tanığı Hasan Beyzade de, ağalar sarayına vardı ve yeniçerinin emriyle bir telhis (rapor) yazarak olanları padişaha arz etti –zorbalara katılan Şeyhülislam Sun’ullah’ın hakkından gelinmesini istiyordu. Komplonun başı sayılan Sun’ullah’ın azledilip Rodos’a sürgün gönderilmesi, yerine güvenilir biri olarak eski kadıaskerlerden Mustafa’nın atanması arz ediliyordu.

Padişah ve onun mutlak vekili Veziriazam Yemişci Hasan Paşa’ya karşı Şeyhülislam Sun’ullah, sipahi zorbaları ve iddiaya göre 30.000 altın rüşvet parası gönderen Celalî reisi Kara-Yazıcı’yla ittifak etmişlerdi. Bu komplo karşısında veziriazam ve sipahilerin rakibi olan yeniçeri ocak ağaları birleşiyor ve son söz sahibi padişaha başvuruyorlar. Padişahın nasıl karar vereceği hayati önem taşıyordu.

Yemişci Hasan Paşa, sipahi zorbalara karşı geceleyin tüm askeri birliklere buyruldular göndererek savaş hazırlığı yaptı. Bunlar arasında başta yeniçeriler olarak cebeci, topçu, top-arabacıları, tersane donanma erleri ve yardımcıları vardı. Bütün bu grupların silahlarıyla seher vakti gelip Süleymaniye Camii’nin hareminde hazır olmaları emrolunuyordu. Buyrulduda, bu emre karşı çıkacaklar padişaha isyan etmiş sayılacaktır, deniyordu. Veziriazam, padişahın mutlak vekili sıfatıyla bu önlemleri alma yetkisine sahipti.

Tüm hazırlıklar padişaha bildirildi. Herkesten önce yeniçeriler, ağaları Ferhad Ağa kumandasında buluşma yerine gelip hazır oldular.

Padişahtan gelen hatr-i hümayün (padişahın el yazısıyla fermânı]: “Siz ki yeniçeri kullarımsız… yüzünüz ağ ola, ecdad-i izamımızdan bu âna gelince, sizden hiyanet sâdir olmayup rızâ-i şerîfimiz üzeresiz … vezir-i a’zamuma muti’ olup bu zorba eşkıyasınun haklarından gelinmesine mu’avenet eyliyesiz” diyordu. Padişahın hattı okunduğunda yeniçeriler bir ağızdan dualar edip alkışladılar. Yeniçeriler padişaha şu sözlerinin iletilmesini rica ettiler: “Şimdiye dek müfti olanlarda fitne vü fesada sâ’î yoğ idi.” Bu yüzden Kara-Yazıcı’dan para alıp sipahi zorbalarıyla işbirliği yapan, onlara uyup fetva yazan ve “âlemi fesada veren” Sun’ullah’ın azlini, müftiyle işbirliği eden Kaymakam Mahmud Paşa’nın katlini istediler. Sipahilerden zorba-başı olanların teslimi de istekleri arasında idi. Bu istekleri yerine getirilmezse, “Cümlesmin katli lazım gelür” diyorlardı. Telhis, ağaları tarafından yeniçerilere açıklandı. O sırada sipahi zorbaları da Ar-Meydanı’nda toplanmış bulunuyordu. Padişahın emri sipahilere okunup başlarındaki “zorbaların” teslimi istendi.

Padişah, Sun’ullah’ın azlini ve yerine Mustafa Efendi’nin atanmasını emreden hattını veziriazama gönderdi. Yemişci, yeni şeyhüIislâma büyük saygı gösterip kendisini vezirlerin üst yanına oturttu. Yeni şeyhülislamdan fetva alındı. Listede belirtilen sipahi zorbaların teslimi hakkındaki fetvada “itaat itmeyüp (zorbaları) teslimden imtina… edenler” asi ilan olundu ve katl ile topluluklarının dağıtılacağı bildirildi. Her şey kurallara göre düzenlenmekteydi. Padişahın emriyle beraber şeyhülislamın fetvası harekete meşruluk kazandırmaktaydı.

Sipahiler isyanı sürdüren zorbaları teslim etmediler, hepimiz ölürüz vermeyiz, padişahımız sipahilerden vazgeçemez, diye direndiler. Hiddetlenen Yemişci Paşa, “Saadetlü Padişah anların kulluğundan (vaz) geçmişdür, şöyle ki matlûb olanları virmezlerse defterlerini ateşe atıp bu denlü asâkir ile üstlerine varmamuz mukarrerdur, hazır olsunlar” diyerek sur kapılarını kapattı, bu cesur yanıtı öğrenen sipahiler kaçacak delik aradılar; yeniçeri ağası Ferhad Ağa hemen yeniçerilerle Süleymaniye’den harekete geçti, şehri dolaşıp zorbaları ele geçirmeye çalıştı, Yemişci Paşa, yeniçeri ağasının sarayında harekâtı izliyordu.

Sun’ullah bulunamadı. Bir gün bir gece böyle geçti, ertesi gün sarayda Bâbussaâde önünde toplanan Ayak Divanı’nda, vezirler, mansıp sahibi olan ve olmayan tüm ulema, kapıkulu ve başka birliklerin ağaları bir arada olağanüstü toplandılar.

Padişahın huzurunda itaatlerini gösterdiler, “müşâvereler olındı”, sonra asker önde, pâdişah huzurundan ayrıldılar. Veziriazam, ulemayla harekât merkezi At-Meydanı’nda yeniçeri ağasının sarayına geldi. Meydanda başarı şenlikle kutlandı. Sipahiler ağası Mustafa, ayaklanmanın zorbaları Poyraz Osman ile Öküz Mahmud’u getirip paşaya teslim etti. Poyraz Osman’ın, paşa önünde itirafları ilginçtir:

Şeyhülislâm Sun’ullah, vezirler ve kadıaskerler ittifak halinde bu ayaklanmayı hazırlamışlar. Osman’ı, kaymakam Mahmud Paşa’ya götürmüşler; o da ayaklanma hazırlığının nedenlerini kendisine anlatmış ve yoldaşlara 30.000 altın dağıtılacağını bildirmiş; “bize katılmazsan yalnız kalırsın” demiş.

Osman’ın anlattıkları sipahi isyanını, Sun’ullah ve Mahmud Paşa’nın hazırladığına kuşku bırakmaz. Sipahiler ağası Mustafa zorba-başı Osman’ı saraya götürdü, padişah huzurunda itirafları üzerine boynu vuruldu. Öteki “zorbalar” da birer birer yakalanıp idam olundular. Tüm bu olayların göz tanığı Hasan Beyzade’ye göre, Veziriazam Yemişci Hasan Paşa, yeniçeri sayesinde sipahi ayaklanmasını bastırınca padişahın büyük iltifatına erişti, bundan gururlanıp birtakım haksız idamlara girişti, paşaları sürgüne yolladı. Yeniçerilerin desteğiyle fazlasıyla güç kazanan Yemişci dikkatsiz davranıyor; padişaha ne arz etsem kabul eder, iddiasında bulunuyordu. Yeniçerilerin sipahi avları sebebiyle, “tenha düşürdükce katlider oldular, husûsâ İstanbul’dan taşra olan bilâd ve emsârda [şehirlerde] bu iki ta’ife arasında” düşmanlık eksik olmuyordu.

Yemişci Hasan Paşa özellikle yeniçeri desteğiyle, Valide Safiye Sultan’ı sürgüne göndermek cesaretinde bulundu. Harem ona karşı idi. Rakipleri onun, yeniçeriye güvenip padişah emirlerini dinlemeyeceğinden, hatta padişahın kendisini azil kararına karşı koyacağından kuşkulanmaya başladılar. Dolayısıyla bu tarihte yeniçerilerin idarede baskısından söz edilebilir. Yeniçeri-sipahi rekabeti, idareciler için bir denge sağlıyordu, denebilir.

O zaman ulema tarafından padişaha yeniçeri aleyhinde tezkireler gönderilmeye başlandı (bu dönemlerde sorumlu olmayanlar padişaha bu gizli raporları sunabilirdi, buna tezkire denir).

Buda kentinin kuşatması (1602)

Nihayet, baskılar sonucu Yemişci Hasan Paşa’dan sultanin mührü alınıp azl olundu. Bunu öğrenen yeniçeri ocak ağaları ayaklanıp o gece şeyhülislam ve kadıaskerlere gidip, môhr-i hümâyûnu hemen Yemişci Paşa’ya verdirmezseniz, sizi kitaplarınızla birlikte yakarız, tehdidinde bulundular (veziriâzamın sultanın mutlak vekîli olduğunu göstermek üzere möhr-i hümâyûn verilir, o da bunu göğsünde saklardı). Padişah kapısından bir yanıt gelmedi, tüm yeniçeriler padişah sarayına yürüdüler, sultandan mührünü istediler. Sultan, gece Cerrâh Mehemmed Paşa’ya möhr-i hümayûnu göndermişti.

Şeyhülislam, yeniçeriyi, iktidar sahibinin padişah olduğunu söyleyerek sakinleştirdi: “Vezâretle ne alakanız vardır, Padişâh-i İslâm istediğini istihdam eyliye” dedi. Direnen bazı ocak ileri gelenleri, sonunda yola getirildi; Yemişci Paşa’yı kaçıp saklandığı Südlice bahçesinde yakalayıp katlettiler. Sonunda padişahın otoritesi herkesçe tanınmış oldu. İdam olunan Yemişci Hasan Paşa, Saray-i Hümâyûn’da padişah yanında iç-oğlanı olarak hizmette bulunduktan sonra çıkmada dış valiliklerde bulunmuştu. 1601’de İstanbul’da kaymakam olarak bulunduğu sırada, Veziriazam Damad İbrahim Paşa’nın ölümü üzerine onun makamına getirilmişti (22 Temmuz 1601). Anadolu’da Celalilere karşı başarısı (Ağustos 1601) onları sindirmiş, oradan acele, Avusturya cephesine gönderilmişti (Eylül 1601). Avusturya ordularının başarısı ve payitahttaki iktidar mücadelesi dolayısıyla barış zorunlu bir hal almıştı.

Zsitva-torok Antlaşması Maddeleri

1606 Zsitva-torok barışının esas maddeleri şöyle özetlenebilir;

1. İmparatorun ödemekte olduğu yıllık 30.000 altın haraç kalkıyor.
2. Sultana bir defada harp tazminatı olarak 200.000 guruş (yaklaşık 67.000 altın) ödenecektir.
3. İmparator her üç yılda bir sultana hediyeler gönderecektir.
4. Karşılıklı yazışmalarda imparator, padişahla eşit zikredilecektir.
5. Avusturya hükümdarı için kral unvanı yerine Roma çesarı (imparatoru) unvanı kullanılacaktır.
6. İki taraf karşılıklı sınırlara tecavüz etmeyeceklerdir.
7. Sınır anlaşmazlıkları Budin beylerbeyi ile Avusturya Raab kale kumandanı arasında görüşülecek ve bir hükme bağlanacaktır.
8. Bu antlaşma, daha sonra gelecek sultan ve imparatorlar için de geçerli sayılacaktır.
9. Bu antlaşmaya İspanya kralı da iştirak etmiş sayılacaktır.

Güçlükle barışa erişilmiş olup bu antlaşma Avrupa’da Osmanlı üstünlüğüne son veren bir belgedir.

Tags: , ,

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.