Yeniçerinin Yok Edilişi (Vaka-i Hayriye)

Tarihte Neler Oldu | | Haziran 30, 2014 at 6:16 pm

Tarihte bir ordunun kendi hükümdarı tarafından topa tutulup yakılarak, boğularak ve kılıçtan geçirilerek son neferine kadar katledildiği bir başka örnek var mıdır bilmiyorum. Çandarlı Kara Halil Paşa’nın teşebbüsü ile 465 yıl kadar önce esir alınan hıristiyan çocuklarından teşkil edilerek kurulan ve daha sonra başarılarıyla Osmanlıyı zaferden zafere taşımış olan Yeniçeri askeri 1826 yılında Sultan II. Mahmut’un hazırladığı bir tertiple yok edildi. Bu inanılmaz görünen vahşetin olaylara biraz yakından bakıldığında tarihin seyrine ve Osmanlı kültürünün tabiatına uygun olduğu anlaşılacaktır. Aşağıda tarihe Vaka-i Hayriye (Hayırlı Olay -ingilizce The Auspicious Incident) olarak geçen bu acıklı hadisenin kısa bir hikayesini bulacaksınız. (Kaynaklar: Lords of the Golden Horn – Noel Barber ; Geschichte des Osmanischen Reiches – Nicolae Jorga)

İsmail Hami Danişmend, Kronoloji’sinde Yeniçerilerin Devlet-i Aliyye içindeki durumlarını şöyle anlatır: “Yeniçerilerin il isyânlarıyla yağmacılıkları Fâtih’in ilk saltanatındaki “Bucuktepe” hâdisesinde (1445) gösterilir. Tekmil İran’ı fethetmek isteyen Yavuz’un Çaldıran zaferinden (1516) sonra otağına kurşun atarak geri dönmesine sebeb olan Yeniçerilerdir. Kanunî devrinde bile, hükümeti devirmek için İstanbul’da isyân çıkarıp (1525) yağmacılık etmişlerdir. Bilhassa inhitât seferlerinde cepheden kaçıp karargâh yağmalamaktan ve ordunun bozulmasına sebeb olarak üst-üste ülkeler kaybına yol açmaktan başka birşey yapmayan bu meş’um ocak, İstanbul’da asırlarca bir siyasî komite rolü oynamış, sarayla hükümeti ve esnafla halkı haraca kesmiş ve ulûfe almaktan başka askerlikle alâkası kalmamıştır

Aslında böylesine bozulan ve “ulûfe maaş almaktan başka askerlikle alâkası kalmayan” Yeniçeri Ocağı’nın yok edilmesi
ihtiyacı daha Birinci Mahmud (1730-1754) devrinde duyulmuş, “Asâkir-i mualleme/Talimli asker” yetiştirilmek üzere projeler hazırlanmıştır. Bilâhere aynı gaye ile Sultan Üçüncü Mustafa (1757-1774) devrinde Tophane ıslahatı yapılmış, Birinci Abdülhamid (1774-1789) “Sür’at topçularını çoğaltmış, III. Selim (1789-1808) “Nizâm-ı Cedîd” ihdâs etmiş, Alemdar Mustafa Paşa, “Sekbân-ı Cedîd”i kurmuş. Birinci Mahmud’dan İkinci Mahmud’a -(1808-1839) kadar geçen zaman zarfında Yeniçeri Ocağı’na karşı girişilen bu çeşit hareketlerin bir neticeye ulaşamayıp başarı kazanılamamasında Yeniçeri zorbalığının tesiri olduğu gibi, alınan bu tedbirlerin bir usul, metod ve plândan mahrum olması da mühim rol oynamıştır!..

Fransız devriminin başladığı yıl (1789’da), yirmi dokuz yaşındayken tahta çıkan III. Selim Osmanlı devletinin çağdaş bir devlet olamadığının farkındaydı. “Nizam-ı Cedid” Yeni Düzen diye devleti modernleştirmede yeni atılımlara kalkmış, Fransa’dan ordu ve tersane işlerinde çalışacak uzmanlar getirtmiş, yeniçeri örgütü dışında, yeni bir ordunun biçimlendirilmesi için de ’Talimli Asker Nezareti’ diye bir bakanlık kurdurmuştu. II. Ahmet’i tahttan indirdikten sonra saltanata iyiden iyiye vesayet eder hale gelmiş olan yeniçeri ise onun bu girişimlerini hiç hoş karşılamadı.

Askere Avrupai olsun diye giydirilen gerçekten komik kıyafetleri halkın yadırgaması üzerine camilerde şu tür vaazlar verilmeye başlanmıştı; Askere setre pantol giydirilip imanına halel getiren, önlerine muallim diye Frenkleri düşüren padişaha elbette Allah da yardımını çok görür.”


Bir yeniçeriye latife olarak: – Nizam-ı Cedid olur musunuz? Denildikte, – Hâşâ, Moskof olurum, Nizam-ı Cedid olmam diye cevap vermiştir.

Sonunda (1807) Kabakçı Mustafa isyanı baş gösterir. Boyun eğmek zorunda kalan, isyancıların her dediklerini yapan II. Selim’in teslim etmek zorunda kaldığı “on bir kurbanı” da korkunç işkencelerle paramparça eden isyancılar bununla yetinmeyip III. Selim’i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa’yı getirirler. Rusçuk Ayanı Alemdar Mustafa Paşa ve yandaşları Kabakçı Mustafa İsyanı sırasında tahttan indirilen Sultan III. Selim’i tekrar tahta geçirmek için bazı görüşmeler yapmaya başladılar. Nihayet 16.000 kişilik bir ordu ile İstanbul’a yürüyen Alemdar Mustafa Paşa, Hacı Ali Ağa’yı İstanbul’a göndererek Kabakçı Mustafa’yı öldürttü (19 Temmuz 1808). Ordusuyla birlikte İstanbul’a gelen Alemdar Mustafa Paşa birçok isyancıyı da öldürdükten sonra Babıali’ye geldi. Arif Efendiyi (Arapzade) şeyhülislam yaptıktan sonra saraya gitti. Sultan IV. Mustafa, Alemdar Mustafa Paşa’nın Sultan III. Selim’i padişah yapmak için geldiğini söyleyen şeyhülislamı kovdu ve kardeşi şehzade Mahmut ve Sultan III. Selim’in öldürülmesini emretti. III. Selim dairesinde kitap okumakta iken hançerlenerek öldürüldü. Şehzade Mahmut ise oradaki Cevahir Kalfa isimli yürekli bir cariyenin cellat ekibinin gözlerine kül fırlatması ve birkaç kişinin de kendisini bacadan sarayın çatısına çıkarması sayesinde kurtulur. Alemdar Mustafa Paşa, Sultan IV. Mustafa’yı tahtan indirerek yerine Sultan II. Mahmut’u getirdi.

Sultan II. Mahmut


Ağabeyi III. Selim’in halefi, öğrencisi ve hayranı olan II. Mahmut tahta işte bu şartlarda çıkmıştır. Selim’den devraldığı “Ülkesini reforme etme” misyonu için rahat bırakılmaktan başka bir şey istemeyen Mahmut da ülke bürokrasisi tarafından hiç rahat bırakılmaz. En çok da ülkenin asıl düşmanları dışındaki herkesin yüreğine korku salan, hükümdarları devirip katleden ve artık iktidarın gerçek efendisi gibi davranmaya başlamış olan yeniçerilerle sık sık başı derde girer.

Sultan II. Mahmut, kendisinin tahta çıkarılmasını sağlayan Alemdar Mustafa Paşa’yı sadrazam yaptı ve kendisine geniş yetkiler tanıdı. Sadrazam, ilk iş olarak da Kabakçı ayaklanmasıyla ilgili görülenleri cezalandırdı. Rusçuk ileri gelenlerine önemli görevler verdi. Rumeli ve Anadolu’daki ayanı İstanbul’da toplayarak onlarla Sened-i İttifak’ı yaptı (29 Eylül 1808). Bu belge ile ayanlar, hükumet emirlerini dinleyeceklerine söz veriyorlardı. Nizam-ı Cedid ordusunu Sekban-ı Cedid adıyla yeniden kurdu. Konya’dan çağrılan vezir Kadı Abdurrahman Paşa’yı yeni ordunun başına getirdi. Esame adı verilen yeniçeri ulufe cüzdanlarını, bedellerini ödeyerek satın alıp, imha ettirdi. Alınıp satılabilen bu cüzdanlar sayesinde, askerlikle münasebeti olmayanlar, asker maaşı alabiliyorlardı. Binlerce esame imha ettirdiyse de bu konuda tam bir başarı gösteremedi. Gelişmeleri öfkeyle izleyen IV. Mustafa ve Kapıkulu ocakları mensubu ağalar 14 Kasım 1808 gecesi, Alemdar Mustafa Paşa’nın konağını bastılar. Gelecek yardımı bekleyerek yeniçerilerle kıyasıya çarpışan sadrazam, damı delmekte olan yeniçerileri görünce patlattığı barut fıçısıyle intihar etti. Bunun üzerine, Rusçuk yaranından Defterdar Tahsin Efendi ile Umur-ı Cihadiye nazırı Behiç Efendi İstanbul’dan kaçtılar; Sadaret kethüdası Mustafa Refik Efendi asiler tarafından parçalandı. Ayaklananlar II. Mahmut’u tahttan indirmek için saraya saldırdılar. Kadı Abdurrahman Paşa Sekban-ı Cedid askeriyle Topkapı Sarayı’nı savundu. Bozguna uğrayan ayaklananların üzerine giden Abdurrahman Paşa, 3000’den fazla yeniçeri ve diğer ayaklananları kılıçtan geçirtti. Bu sırada donanma toplarıyla İstanbul’u ateşe tuttu. Yıkılan binalar ve ölen insanlar karşısında neye uğradığını anlayamayan İstanbul halkı, saldırıyı durdurtan ulema sayesinde can güvenliğine kavuştular. İki taraf da birbirine karşı üstünlük gösteremedi. Bu yüzden Sultan II. Mahmut iktidarını 18 yıl boyunca ince bir denge üzerine kurmak zorunda kaldı. Rusçuk yaranından Ramiz Paşa’yı gizlice Rumeli’ne kaçırtan Sultan II. Mahmut, 18 Kasım 1808 tarihinde Sekban-ı Cedid’i dağıttığını ilan etti. Kadı Abdurrahman Paşa Anadolu’ya kaçtı ama hakkında çıkan ferman gereği idam edildi. Bu olay yeniçeri ocağının kaldırılmasını uzun bir süre geciktirdi.

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması, nihayet sadrazam Benderli Mehmet Selim Sırrı Paşa zamanında gerçekleştirildi. 17 yıldır bu ocağı kaldırmayı tasarlayan II. Mahmut, 25 Mayıs 1825’te bu fikrini uygulamaya koymadan önce Divan’ı toplayıp bu konuda daha sonra atacağı adımların meşru olmasını sağlayacak kararları aldı. Bunun için ideal çözüm Yeniçeri’nin ayaklanma için kışkırtılması idi ve o da bunu yapmaya girişti. Divandaki paşa ve din adamlarına Mora’daki isyancıların ancak Avrupa tarzı eğitim görmüş olan ve Mısırdan getirilen birliklerce bastırılabildiğini oysa Yeniçeri’nin bu çetecilere karşı defalarca ve sürekli yenilmiş olduğunu anlattı. Savaş yeteneği çok düşük olan bu ordunun içine daha önce Sultan Selim tarafından kurulmuş olan yeni ordunun bir çeyreğinin yerleştirilmesi suretiyle ıslah edilebileceğini söyledi. Yeniçerinin lağvedilmesi gibi bir ifadeden de özellikle kaçındı. Ayaklanmadan endişe edenleri de bir sorun olmayacağı konusunda temin etti. Divan Sultanın bu kararını onayladı. Sultan divandakilere hepsi eğitilmiş on dört bin topçu askerinden oluşan yeni kurduğu ordudan ve başındaki Kara Cehennem paşadan da hiç söz etmemişti.

Aslında başlangıçta II. Mahmut’un projesi sade ve zahmetsizdir. Gerçekten hizmet veren “Eşkinci” adı verilen yeni ve eğitim disiplinli(asâkir-i mualleme) askerler yeniçerileri ezerek değil, aksine onların arasından oluşturulacak, her ortadan 150 asker alınıp gereğince yetiştirilerek uygun biçimde giydirilecekti. Diğerleri, eğer yeni taburlara girmek istemiyorlarsa, devletin savunmasında işe yaramayan ve savunmaya katkıda bulunmak istemeyen şahıslar olarak adlarını listeden sildirileceklerdi. II. Mahmut, Vezir Mehmed Selim Sırrı Paşa ve Hüdavendigâr, Kocaeli ve Boğaz’daki hisarların komutanı olan atak “Boyunkesen” Hüseyin Paşa şahıslarında – ki kendisi de bir yeniçeri idi- bu tehlikeli yeniliği gerçekleştirecek araçları bulduğuna inanıyordu. Şeyhülislâm Mehmet Tahir Efendi de bu planı kabul etmiş görünüyordu. Hatta Yeniçeri Ağası Mehmed Celaleddin Ağa, yüksek rütbeli subayları ile birlikte bu yeniliğe ikna olmuş veya bu proje için kazanılmıştı. Devlet ileri gelenlerinin ve müşavirlerinin çoğu ve ulema sınıfının liderleri de birkaç gün içinde Osmanlı Devleti’nin yararları ve güvenliği için yapılacak değişiklikten haberdardılar. Sivil memurların, subayların ulemanın katıldığı ve herkesin görüş bildirmekte özgür olduğu büyük bir Devlet Şurası’nda (Divanda) II. Mahmut’un yeni ordunun kuruluşuna ilişkin fermanı ve şeyhülislamın bu yeni askeri oluşumun Kur’an’ın ilkelerine aykırı olmadığına dair fetvası okundu. II. Mahmut, Venedik’e karşı Mora için yapılan savaşı, yeniçerilerin ulûfe senetlerinin resmen satılmaya başlandığı an olarak gösteriyordu. Bundan kaynaklann zararları anlattı ve sıcak sözlerle tüm müslümanlara disiplinli ve etkili bir ordu oluşturarak ülkenin etrafına güçlü bir duvar örmeleri için seslendi. Sultan’ın fermanında doğu geleneklerine göre yukarıda belirtilen ana terdbirin dışında önemli ve önemsiz konular düzensiz bir biçimde ele alınıyor; subay rütbeleri, komutanların gelirleri ve erlerin yemekleri düzenleniyor; içtima alanları belirleniyor; yeni düzenlemenin unsurları sayılıyor; yeni kurulacak odalarda yer alacak imamların görevi düzenleniyor ve askerlerin giysileri ile silahları gibi konular belirleniyordu. Burada sayılmayan düzenlemeler ile birlikte bu ferman toplam 46 maddeden oluşmaktaydı (28 Mayıs 1826).

Avrupa tarzında üniforma giydirilen yeni ordu, 11 Haziran 1826’da eğitime başladı. Bundan 3 gün sonra ayaklanan yeniçeriler (önceden tahmin edildiği gibi) kazan kaldırdı (devirdi) ve kazanlarını Etmeydanı’na çıkararak gösterilere başladılar. 14 Haziran günü “Gavur Sultana ölüm” çığlıklarıyla at meydanında toplandılar. (Sultanın istediği de zaten buydu). Ulemayı yanına alan II. Mahmut, Sancak-ı Şerif’i çıkararak halkı yeniçerilere karşı savaşmaya çağırdı. Yeniçeri Ocağı dışındaki bütün ocaklar, padişaha sadakatlerini bildirdiler. Aksaray’daki Etmeydanı’nda bulunan yeniçeri kışlaları top ateşine tutuldu. 6.000’den fazla yeniçeri öldürüldü. 20.000 civarında isyancı da tutuklandı. 16 Haziran 1826’da tarihe karışan Yeniçeri Ocağı’nın yerine, Asakir-i Mansure-i Muhammediye adlı yeni bir ocak kuruldu. Anlamı ise “Muhammed’in zafer kazanmış orduları”dır.

Takip edilen ve gerçekten de alınan tüm imzalara ve mühürlere, fermanın yeniçeri ağası tarafından yeniçeriler nezdinde merasimle okunmasına ve askerlerin bu fermanı “kendi kanları ile mühürlemek istediklerine” dair vaatlerine rağmen, II. Mahmut’un bu fermanından zarar gören unsurların direnişi bekleniyordu. Vezirin şura sırasında bahsettiği kötü insanlar eskiden olduğu gibi eski gelenekler lehine ve Hristiyan ve Frenk yeniliklere karşı bir ayaklanma çıkartabilmek umuduyla derhal eleştirilerine başladılar. 15 – 16 Haziran gecesi bu fermandan memnun olmayanlar, yani yeniçerilerin büyük bir bölümü kışlalarının bulunduğu ve eşkinci askerlerin talimlerine başlamış oldukları, bu gibi olaylarla ünlenmiş Et Meydanı’na toplandılar. Rakiplerinin canlarına kasdetmişlerdi ve İstanbul’u ateşe vermek istiyorlardı.

Ama artık başlarında o eski liderler ve müttefikleri yoktu. Bazı subaylar çağrılarına kulak bile asmadı; ulema ve softalar Sultan’a sadık kaldılar; başka hiçbir ocak onlara katılmak istemiyordu ve İstanbul’un avam takımı, sevilen ve korkulan atak hükümdarın her işaretine itaat etmeye çoktan alışmıştı.

Asiler, o sırada orada bulunmayan sadrazamın evini yağmaladılar ve emir verircesine sultanın beceriksiz müşavirlerinin başlarını talep ettiler. Asiler ayaklanmalarının her zamanki programı bu sefer de harfi harfine uygulandı. Ancak tam o sırada sadrazam döndü ve çok geçmeden, devletin tüm ileri gelenlerini huzuruna çağıran ve onları şiddetle ikna etmeye çalışan II. Mahmud’dan sancak-şerifi çıkartma iznini aldı.

Sultan yapacağı şeyi meşrulaştırmak üzere önce ellerinde barış bayrağıyla dört subayını gönderip eğer hemen dağılırlarsa kendilerini affedeceğini duyurdu. Yeniçeri ise teklifi reddetmeleri bir yana gönderilen dört subayı hemen orada katlettiler ve sultanı iyice korkutup sindirmek üzere (daha önce yaptıkları gibi) toplu halde yürüyüşe geçip büyük sarayın dış bahçesine vardılar. Liderleri daha önceki isyanlarda olduğu gibi o büyük çınar ağacının önünde toplandılar.
Sultan altın sırma koşumları kuşanmış beyaz atının üstünde sade üniforması ve kaşıkçı elmaslı fesiyle karşılarına çıktı. Bizzat Sancak-ı Şerifi açarak tüm gerçek müminleri Sultan’ın etrafında toplanmaya davet etti. Yeniçeriler buna da karşı çıkarak hücuma tevessül ettikleri sırada artık Kara Cehennem’in harekete geçmesinin vakti gelmişti. Mahmut’un askerleri yeniçeri ağalarına ateş açtılar. Peşrev gülleleri yeniçeri saflarında büyük gedikler açmakta iken gerisin geri at meydanına doğru kaçan yeniçeri güruhunu orada da Kara Cehennem’in mevzilenmiş topçuları karşıladı. Yüzlercesi yıkıldı, hayatta kalanlar panik içinde kışlalarına dönüp kapıları kilitlediler ve saldırıyı beklediler. Ancak, Osmanlı’nın klasik kuşatma muharebesinde olduğu gibi üzerlerine bir askeri hücum gerçekleşmedi. Kara Cehennem topları kışla barakalarının önüne getirdi ve barakaları ateşe verdi.

Ağızdan dolma tüfengli yeni ordunun subay giysileri de oldukça çeşitlenmiş ve renklenmişti

Topçular, eşkinci askeri nazırı Saib Efendi’nin denizcileri, cebeciler, ulema ve talebeler derhal silahlar ve toplar ile Sultanahmet Meydanı’ndan yola çıkarak Et Meydanı’na doğru harekete geçtiler. Çatışmaya hazır yeniçerilerin sloganı “gavurların silah talimlerini istemiyoruz” idi. Çileden çıkmış ve plansız bir şekilde oraya buraya hareket eden kalabalığa, yapılacak saldırıyı yöneten Mehmet Selim Paşa buna mağrur bir şekilde cevap verdi: “Yeni askeri binaların bir taşını bile yerinden oynatmayız”. Yine de Ağa Hüseyin Paşa ve Mehmet İzzet Paşa bu kalabalığa fanatizmin ve çaresizliğin ağır basyığı bir çatışma olmadan boyun eğdiremediler. Asiler, kışlalarını çok geçmeden ateşler içinde bırakan top atışları karşısında bile davalarından vazgeçmediler ve Et Meydanı’na açılan dar sokaklardan birine kaçıp, İstanbul halkını silahlara çağırma girişimlerini ancak Kara Cehenem İbrahim Ağa isimli subayın isabetli top atışları durdurabildi. Sadrazam Sultanahmet Meydanı’nda çatışmanın sona erdiğine ve asilerin öldürülmesine devam edildiğine dair haberi aldı. İstanbul’un avam takımı da talepkar ve cüretkarlıkları ile çekilmez hale gelen yeniçerilerin yok edilmesine katılıyordu. Akşama doğru cesetlerin yığıldığı savaş meydanının ortasındaki eski çınar ağacında yedi ceset asılı idi. Gece boyunca İstanbul’un tüm kapılarında ve stratejik noktalarında gerekli tedbirler alındı; sadrazam ve şeyhülislam sancak-ı şerif ile birlikte her zamanki yerlerinde kaldılar. Ertesi gün, aralarında cebecibaşının da bulunduğu tüm suçluların idamı emredildi ve cesetleri çınarın önüne atıldı.

Kışlalarındaki yangından kaçmak isteyen asker topa tutularak katledildi. Yakılan kışlanın öte yandan saatlerce duraksız topa tutulması vicdansızca sürdürülmekte iken Sultan Mahmut sarayının girişindeki küçük dört köşe odasında haber bekledi. Yangından ve top atışından kaçmaya çalışanların kılıçtan geçirildiği dehşetli ve uzun saatlerden sonunda küçük bir grup yeniçeri Ayasofya’nın yanındaki bin bir sütunlu Yerebatan sarayına sığınmıştı. Bizans zamanından beri kuraklık zamanında tüm İstanbul ahalisini iki hafta boyunca idare edebilen ve boyu üç yüz fitten uzun olan bu yer altı gölü aslında devasa bir sarnıçtır. Burada omzuna kadar suyun içinde yeniçeri askeri ile göz gözü görmez karanlıkta göğüs göğse vahşi bir son boğuşma daha gerçekleşti.

Günün sonunda en az on bin yeniçeri askeri katledilmiş oldu. Bazı tarihçiler bu rakamı yirmi bine kadar çıkarmaktadır. Ateşte yanmamış, sarnıçta boğulmamış olanların boğaza atılan cesetleri aylarca denizde yüzerken görüldü. O yüzden İstanbul’da yakalanan balıkların eti aylarca yenemedi.

İstanbul’da birkaç gün sonra gerçekten hiç yeniçeri kalmamıştı. Ancak, eyaletlerde bulunanların sayıları hala oldukça yüksekti. II. Mahmut bunun üzerine yeniçeri ocağını ebediyen kaldırmaya girişti. Sultanahmet Camii’nde toplanan devlet şurasında katılımcıların tamamı bu talepte bulunmak üzere anlaştılar. Bundan böyle yeniçerilerin ne adı ne de işaretleri bir daha anılmayacaktı. Aksi takdirde büyük cezalar beklenebilirdi. İslam için Osmanlı hanedanının hilali altında savaşan ünlü askerlerinin halefleri olan yeniçerilerin ocağı barış bozguncuları, İslam düşmanları, kollarında haç işaretini taşıyan gizli Hristiyanlar ve Rumların emrindeki casuslar olarak kaldırıldı ve lanetlendi. Yerine Muhammed’in muzaffer askerleri anlamına gelen Asakir-i Mansure-i Muhammediye getirildi. Müezzinler tüm camilerin minarelerinden bu konudaki fermanın okunmak üzere camilere gönderileceğini ilan ettiler.

Tamamen soysuzlaşmış sipahilerin dağıtılması, hamal ve tulumbacı teşkilatlarında yapılan değişiklikler, yeniçeri ocağı ile kardeşlik içinde yaşayan Hacı Bektaş dervişlerinin İstanbuldan ve tüm dergahlarından kovulması ve yeniçerilere duydukları üzüntüyü saklamaya gerek görmeyen halk ve askerlere karşı alınan ciddi tedbirler ile ıslahatlar daha da sağlamlaştırıldı.

“Muhammed’in ümmeti” diye sesleniyordu Sultan halkına. Ulema, savaşçılar, tek bir aile ocağına ait olduğunuzu hatırlayın ve kardeş olduğunuzu bilin. Yüksek mevkilerde olanlar diğerlerine karşı nazik ve sabırlı olsun. Aşağı sınıfa ait olanlar da yüksekte olanlara saygı ve anlayış göstersin. Allah’ın adını tekrar duyurmak ve Peygamberler arasında en büyüğü olan Peygamber efendimizin dinini canlandırmak için hep birlikte çalışın ve bu birliktelik yüzyıllarca bâki kalsın.
II. Mahmut yeni İstanbul’unda Batı tarzında hareket eden memurlarının arasında bir avrupalı gibi görünüyordu. Daha ayni ayın (Haziran) içinde yeni askerlerini bizzat teftişe çıktı. Mısır’dan gelen atı üzerinde idi ve etrafında da at üzerinde devlet ileri gelenleri bulunuyordu.. Halk padişahını görünce sevinç gösterilerinde bulunuyordu ve batı tarzında yetiştirilen savaşçıların takım atışlarını hayranlıkla seyrediyordu.

Sultan Mahmut 1839’da öldüğünde Osmanlı Yunanistan’ı ve Mısırı (resmen olmasa da) tamamen kaybetmiş, Fransa, İngiltere ve Rusya ile savaş içinde kalmıştı. Yine de kendi zamanında karşılaştığı olağanüstü güçlüklere rağmen devraldığındakinden daha güçlü bir imparatorluk bıraktı. Hiç değilse kendi sarayının Sultanı olabilmeyi başarmıştı. Daha küçük de olsa eskisinden daha kolay kontrol edilebilir bir İmparatorluk haline gelmişti. ”

Yorum gönder

Yorum göndermek için giriş yapmalısınız.